The OthersFantazi değil fırsat

Fantazi değil fırsat

23.09.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:

Fantazi değil fırsat

Fantazi değil fırsat


Depremlerin "ebedi düşman" efsanesini yıkmasından sonra Türk - Yunan barışı


       Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Profesörü Duygu Bazoğlu Sezer ve Atina Üniversitesi Tarih Profesörü Thanos Veremis birlikte kaleme aldıkları makalede Türk - Yunan barışının niçin bir fantezi olmadığını yazıyorlar. Sezer ve Veremis merkezi Londra'da bulunan Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü'nde (IISS) ortak araştırmalar yaptılar; Türkiye'nin Güvenlik Politikaları (1981) ve Yunan Güvenlik Konuları ve Politikaları (1982) başlıklı
       iki ortak inceleme yayımladılar.

     ÂOkul kitaplarındaki ve medyadaki "düşman" edebiyatına son verelim. Ege'de ve Kıbrıs çevresindeki kuvvet gösterilerini, askeri harcamaları azaltalım. Öğrenci ve bilim adamı deÄŸiÅŸimini özendirelim.

       Birbirini izleyen deprem felaketlerinden sonra Yunan ve Türk halklarının gösterdikleri dayanışma iki ülke arasındaki ilişkilere bir balayı havasını hakim kıldı. Bu yeni ortamda gerek Türkiye, gerekse Yunanistan'da önde gelen sivil toplum örgütlerinin büyük çoğunluğu, "deprem diplomasisi"ni Türk - Yunan barışı için bir fırsat olarak gördü.
       Önümüzdeki soru şu: Bu doğası gereği varılması mümkün olmayan bir hedefi amaçlayan bir hayalcilik midir, yoksa Yunan - Türk barışı arzu edilir olmakla kalmayıp başarılabilir bir amaç mıdır? Biz bu makalede ikinci kavramsal / siyasal yaklaşımı savunuyoruz.
       İyimserliğimizin en önemli nedeni, halkların depremler karşısında gösterdiği tepkiden çıkan bir ders. Bu ders, Türk ve Yunan milletlerinin birbirlerini "değişmez düşman" olarak gördükleri varsayımının iflası. Çünkü her kesimden Türkler ve Yunanlılar, felaket karşısında sözde "ebedi düşman"larının hayatlarını kurtarmak için derhal harekete geçti. Genellikle iddia edildiği üzere birbirlerinden doğuştan ve şiddetle nefret eden iki halk böyle davranır mıydı? Yunan ve Türk kurtarma ekiplerinin yaptığı gibi canını dişine takarcasına yardıma koşar mıydı? Bu çok, çok kuşkuludur.
       Bu efsanenin yıkılmasının en paradoksal yönü, PKK lideri Abdullah Öcalan'ın yakalanmasından tam 6 ay sonra vuku bulması. Öcalan'ın yakalanması Türk - Yunan ilişkilerinde 1974 yazındaki Kıbrıs krizinden bu yana en büyük güven bunalımına yol açtı; resmi tepkiler bir yana, iki halk arasında da en olumsuz duyguları harekete geçirdi.
       Gerçekten 16 Şubat 1999, Türk - Yunan ilişkilerinde yeni bir karanlık sayfa olarak tarihe geçiyordu. Yunanistan'da yaygın kanı, Türkleri bir kurtuluş hareketini bastırmak üzere bir özgürlük savaşçısını öldürmeye hazırlanmakla suçlama yönündeydi. Türk kamuoyu Yunanlıları eline geçen her fırsattan yararlanarak Türkiye'yi küçültme işlevini üstlenen bir millet olarak görmeye hazırdı. Ne var ki Şubat ayındaki ağırlıkları ne olursa olsun bu algılama ve yanlış - algılamaların 17 Ağustos'tan bu yana iki halkın karşılıklı duyguları bakımından hiç bir şey ifade etmediği ortaya çıktı.
       Hemen sonra çok sayıda sivil toplum kuruluşu iyiniyet vagonuna katıldı. Her iki taraftan gazeteciler, sanatçılar, müzisyenler iş adamları, vb. yalnızca depremlerin acısını hafifletmek için değil, Türk - Yunan ilişkilerinde barışı hakim kılmak amacıyla birçok ortak girişim başlattı ya da önerdi.
       Türk ve Yunan halklarının karşılıklı duygularındaki bu yeni ve şaşırtıcı gelişmenin politik sonuçları neler? En basit ifadeyle, siyasetçilerin oylarını ve popülaritelerini arttırmak için bundan böyle değişmez düşman imajlarını sömürmeleri zorlaşacak. Başka bir ifadeyle, iki taraftaki karar - vericiler karşılıklı dostluk duygularının çizdiği kısıtlar içinde davranmak zorunda olacak.
       Ancak Türk ve Yunan halkları arasında oluşan iyiniyet ortamı, tek başına Türk - Yunan uyuşmazlıklarının çözümü için elbette yeterli olamaz. İki ülke arasında ulusal çıkarları ilgilendiren ve çözümü insani yardımlaşmadan çok daha fazlasını gerektiren ciddi uyuşmazlıklar olduğunun bilincindeyiz. Öte yandan son bir ay içinde oluşan olumlu ortam, iki ülkedeki karar - vericilere çözümsüzlükte ısrar yerine barış yolunu izlemek için bir "fırsat penceresi" açtı. Yakın geçmişte çeşitli defalar tanık olduğumuz üzere gerginliği son noktaya kadar tırmandırmak Türk - Yunan savaşına çağrı çıkarmaktır. Ne Türk ne de Yunan halkının böyle bir savaşa süreklenmek istemediğinden eminiz.
       Atina ve Ankara'daki resmi hava yeniden çatışmacı hale bürünmeden şu noktanın altını çizmek istiyoruz: Türk ve Yunan yönetimlerinin son zamanlarda meydana gelen olumlu iklimden akıllıca yararlanmaları halinde iki halk bir savaş felaketine uğramaktan kurtarılabilir. Bu altın bir fırsattır ve bundan yararlanmak sorumluluğu omuzlarındadır.
       O halde bu ortamın kalıcı olmasını sağlamak için neler yapılabilir? Güven arttırıcı önlemler olarak adlandırılabilecek bazı önlemlerin hemen alınmasını öneriyoruz.
       * Okul kitaplarındaki ve medyadaki "düşman" edebiyatına son verelim. Uluslararası ilişkiler teorisi, halk arasındaki yaygın anlayışların bir ülkenin dış politikasını belirleyen temel etkenlerden biri olduğunu söylüyor. "Öteki" hakkındaki imgeler genellikle çocukluk ve gençlikte biçimleniyor ve okullarda okunan kitaplar "öteki" hakkındaki bilgilerimizin ana kaynaklarından biri. Araştırmalar Yunan ve Türk okullarında okutulan kitapların "öteki" hakkında dostça ya da olumlu bir resim çizmediklerini gösteriyor. Bu nedenle, öncelikle "düşman" edebiyatının ayıklanması ve depremler dolayısıyla yaşanan karşılıklı insani yardımlaşmanın anlamının altını çizecek bir sayfanın eklenmesi için ilk ve orta öğretimde kullanılan ders kitaplarının yenilenmesi için bir Türk - Yunan ortak projesi başlatılmalı.
       * Ege'de ve Kıbrıs çevresindeki kuvvet gösterilerini azaltalım. 1997'den bu yana AB, NATO ya da ABD şemsiyesi altında varılan birçok anlaşmaya rağmen Ege'de Yunan ve Türk silahlı kuvvetleri arasındaki "it dövüşü" ve manevralar sürüp gidiyor. Bu askeri gerginlik ortamında karşılıklı güveni arttırmak mümkün değildir.
       * Askeri harcamaları azaltalım. İki ülke çok uzun zamandır birbirlerine karşı silahlanma yarışında. Askeri harcamaların pekçoğu gereksiz ve israf. Silah harcamalarından yapılacak tasarrufların, ekonominin sivil sektörlerine aktarılması çok yararlı olur.
       * Öğrenci ve bilim adamı değişimini özendirelim. Ne yazık ki bu, Türk ve Yunan geazetecileri ve işadamları arasındaki kurumlaştırılmış ilişkilerle karşılaştırıldığında hemen hiç geliştirilmemiş olan bir alan. Yunanistan'da sivil toplum, bilim adamı ve öğrenci mübadelesinin geliştirilmesinde daha aktif oldu. Örneğin Onasis Vakfı 1998 - 99 ders yılı için Türk üniversite öğrencilerine çeşitli burslar verdi. Türk işadamları benzer programları başlatmaya teşvik edilmeli.
       Ege'nin iki yakasında köprüler kurmak için yapılabilecekler elbette ki yukarıda saydıklarımızdan ibaret değil. Önerimiz, Ağustos 1999'un yarattığı ortamın sürdürülmesi ve güçlendirilmesi için tartışmalı olmayan birkaç ilk adımla işe başlanması. Türkiye ve Yunanistan'da hayati ulusal çıkarlar feda edilmeksizin Türk - Yunan barışının sağlanabileceğine inanan o kadar çok insan var ki.