Derbinin öncesinde bir centilmenlik anlaşması olsa, kaleciler bir maç için rakip rakımın formasını giyseydi karşılaşmanın sonucu ne olurdu?
Günay’dan başlarsak, maçta üzerine gelen ilk kritik topu ıskalayıp, Sneijdar’a yaptığı asistle nasıl bıçak üzerinde durduğunu bize gösterdiğine göre, ilk yarıda Muslera’nın çıkardığı topların kaçta kaçını kurtarırdı, kestirebilmek mümkün mü?
Ya Tolga neden oynamadı bu karşılaşmada?
Biraz Günay’ın biraz da Muslera’nın yediği golleri Perşembe gecesi kurtaramadığı için takımının Avrupa macerasına son vermesi nedeniyle yaşadığı travmatik durum nedeniyle muhtemelen kendisi sahada olmak istemediğinden…
Kalecilik biraz da böyle bir şey değil mi?
1984 yılında Avrupa Şampiyonası finalinde İspanya milli takımı kalecisi Arconada’nın Platini’nin ayağından atılmış serbest vuruşu koltuklarının arasından kaçırıp içeri alınca kupanın Fransa’ya gitmesine neden olmuştu.
Peki, o maçın sonucunu gerçekten Arconada mı belirlemişti?
Elbette hayır!
O finallerde mücadele eden Fransa kadrosunun kalitesiyle kupayı hak eden taraf olmuştu.
Beşiktaş bir üst tura çıkmayı hak eden futbol oynadı mı yoksa kalecisi Tolga yüzünden mi Avrupa macerası hayal kırıklığı oldu?
Ya da Beşiktaş derbide Muslera’nın yediği goller yüzünden mi karşılaşmayı kazandı yoksa oynadığı futbolun karşılığı gerçekten bu muydu?
Dün neresinden bakarsanız bakın kalecilerin ön plana çıktığı bir karşılaşma oynandı ancak tek başına bu derbiyi kaleciler üzerinden yorumlarsak Beşiktaş’ı ve Galatasaray’ı tam olarak anlamamış oluruz.
Beşiktaş ile Galatasaray arasında fersah fersah mesafe var bu ne Hamzaoğlu’nun gönderilişiyle ne de Denizli gibi bir teknik adamla kapanacak gibi görünmüyor, zaten ligin genel durumu ve özeti de bunu işaret ediyor bizlere.
Beşiktaş haftalardır çok pozisyona giriyor, Quaresma’yla, Olcay’la, Gomez’le, Oğuzhan’la, Sosa’yla, hatta İsmail Köybaşı’yla…
Ama…
Bitiricilikten ve sonuca varmaktan uzak bir son vuruş isabetiyle karşılaşmaların büyük bölümünü zora sokuyor.
İlk yarının hakkı Beşiktaş lehine üç dört fark olmalıydı. Ancak Muslera öyle bir kalecilik dersi verdi ki Galatasaray’ı ayakta tutan futbolcu oldu.
Peki, nasıl olur?
Mustafa Denizli, iki stoperin önüne bir tane stoper orijinli adam koyup kalecisiyle birlikte güzel bir elmas düzeni yerleştirmişti. Böylesine sağlam bir savunma varken Muslera’ya nasıl bu kadar çok top gelirdi ki?
Eldeki imkânlar o kadar kısıtlıydı ki Olcan Adın’dan sol bek yaratma uğraşı vardı; Caner Erkin oldu da Olcan neden olmasın değil mi?
Ya Sabri?
Selçuk İnan gibi giderek Melo’ya dönüştürülme işlemi tamamlanmak üzere bir futbolcu da var!
Sonuç?
Dalga dalga gelen Beşiktaş atakları…
Yıllardır Beşiktaş’ı hiç bu kadar net bir üstünlük kurduğu derbi izlememiştik!
Sosa ve Gomez’in cepheden yakaladıkları ve kaleye çektikleri şutlar gol olmalıydı. İsmail Köybaşı’nın Muslera ile karşı karşıya kaldığı pozisyonun da hakkı goldü.
Bu topları Muslera mı çıkardı yoksa Beşiktaşlılar mı atamadı?
Muslera’nın yediği iki gole bakınca bu soruya cevap verirken defalarca düşünmek zorunda ve kararsız kalıyor insan!
Galatasaray’ı son beş sezondur taşıyan kadronun sonuna gelinmiş görünüyor. Yeni bir takım yaratmak için Mustafa Denizli ne derece doğru tercihtir, emin olamıyorum. Ancak görünen şu var ki mesele sadece Hoca’nın ifade ettiği gibi futbolcuların mental olarak yıpranmış olmalarından kaynaklanmıyor. Belki de bu şekilde teşhis koymak biraz da işi kolaya almak oluyor.
Haftalardır Galatasaray’ı Podolski taşıyordu ancak modern futbolda total futboldan uzaklaştığınızda bireysel yetenekler de çok çabuk ortama uyum sağlar hale geliyor. Kuşkusuz Podolski, Sneijder gibi yetenekler, Beşiktaş gibi tam teşekküllü bir takım karşısında bir yere kadar görev yapıyorlar.
Beşiktaş çok önemli bir engeli aştı. Avrupa’dan da elendiğinden artık tüm konsantrasyonunu lige odaklayarak hedefe ulaşmak için avantajlı konuma geçmiş oluyor.
Sezonun ortasında muhtemelen uzun süredir sakat olan orta sahanın önemli futbolcuları Veli ve Tolgay da döndüğünde çok daha donanımlı bir takım olacak Beşiktaş.
Ancak kaleci ve savunma sorununa hala çözüm bulunabilmiş değil ve bu takımın en kırılgan tarafı oluyor.
Hak edenin kazandığı bir derbi oldu.
Maçı izlerken, “acaba Mustafa Denizli şapkadan tavşan çıkarır mı?” diye kendi kendime çok sordum; ancak bir döneme damgasını vurmuş anlayışın sonuna geliyoruz. Zaten öyle de olmalıdır.
Karşılaşma sonrasında Mustafa Denizli’nin yaptığı açıklamalar onun kariyerine hiç mi hiç yakışmadı.
“Bir oyunda bir takım nasıl doğranır görürüz. Mete Kalkavan'ın çaldığı düdükleri gördük. 90 dakikayı değerlendirdiğim zaman nelerin çalınıp nelerin çalınmadığını biz biliriz. İlerleyen günlerde daha farklı konulara dikkat çekerim.”
Bir futbol adamı yorumcuyken başka, teknik direktörken bambaşka konuşmamalıdır.
Mustafa Denizli’nin bildiği bizim bilmediğimiz bir şey mi var?
Futbolumuzda böyle şeyler mi oluyor?
Fatih Terim olsun, Mustafa Denizli olsun özellikle Galatasaray’ın başına geçtiklerinde neden en küçük hakem hatasında bu kadar tepki koyuyorlar?
Anlamak ve bilmek istiyoruz.
Üstelik Mete Kalkavan veya diğer hakemler maçın sonucuna etki edecek türden bir hata yapmamışken bu yorumlarla ilerleyen günlerde neyin altyapısını hazırlamaya çalışılıyor, merak konusudur?
http://twitter.com/uzaygokerman