Fenerbahçe’nin merkez orta sahası

Haberin Devamı

Güne Fenerbahçe tarihinin en önemli teknik direktörlerinden Christoph Daum’un vefat haberi ile başlamıştık.
Daum deyince yakın dönem hemen tüm Fenerbahçe taraftarının aklına şampiyonluklar kazandıran teknik direktör geliyor olmalıdır.
Fenerbahçe futbol rönesansı 2003’te onunla başladı ve 2010’da da onunla bitti diye bir tespitte bulunursak sanırım hatalı bir cümle kurmuş sayılmayız.
Şampiyonluklarla birlikte Fenerbahçe’ye kalıcı ve kazandıran bir sistem getirdiğinin de altını çizmemiz gerekiyor.
Bu sistemle birlikte uzunca bir süre devamlılığı olan, istikrarlı bir takım görüntüsüne büründü Fenerbahçe. Öyle ki yapılan transferler nokta atışı bu sistemin içinde yerli yerini buldu; bazıları da kadro içinde farklı görevler üstlenerek pozisyonel anlamda evrildiler.
Daum sonrasında takımı çalıştırmış olan Zico, Aragones ve Aykut Kocaman da sıkıştıkları dönemlerde bu sisteme geri dönme ihtiyacı hissettiler.
Gerçekten çok önemli bir futbol adamıydı.
2006’da Denizli’de kaçan şampiyonluğun sarsıntısı ile her şey toz duman olunca o da bir anda ortadan kaybolmuştu. Kalsaydı ve o kadro dağılmasaydı Fenerbahçe’nin tarihi nasıl gelişirdi bilemeyiz ancak her anlamda haksızlıklarla dolu dönemin çok önemli şahitlerinden biri olarak aramızdan ayrıldı.
Daum sonrasında Fenerbahçe bir daha hiçbir şekilde onun zamanındaki istikrarı ve huzuru bulamadı. Bunun 2011 ile başlayan ve halen devam eden süreçle çok yakın ilgisi olmakla birlikte Christoph Daum kalibrasyonunda bir teknik direktör eksikliği ile bağlantısı bulunduğu da kuşku götürmez bir gerçekliktir.
Evet… Fenerbahçe bu sezon belki de Daum’dan çok daha kariyerli bir teknik direktörle yeniden bir sistem ve istikrar arayışı içine girdi.
Jose Mourinho bir taraftan yeni bir ülke, farklı bir futbol iklimine alışmaya çalışırken, diğer yandan yönetimine teslim edilmiş takımdan beklentileri karşılayacak bir ekip yaratma uğraşı veriyor.
Kesinlikle hiç kolay değil…
Geçen haftayı, 2-2 sonuçlanan Göztepe maçı sonrasında Türkiye’nin futbolu kendisinden çok daha iyi bilen ulemalarının yoğun eleştirisi altında geçirdi. Böyle zamanlarda ülkenin dilini bilmemek, onu takip etmemek büyük şans olmalıdır.
2016 yılında Manchester United’ın başındayken Fenerbahçe ile eşleşmiş, kaybettiği maç sonunda da bir gazetecinin “kadro mühendisliği” üzerine sorduğu bir sorusu karşısında “bu ne saçma bir soru” şeklinde bir tepki göstermişti.
Çünkü mühendislik bu ülkede öylesine sahip olduğu değerden uzaklara itildi ki futbolu yorumlayanlar için “kadro kurmakla” bir araya getirilir oldu.
Şimdi aynı gazeteci, yorumcu, haberci grubu bu terminoloji ve paradigma ile oyunu, daha beteri de Mourinho’yu değerlendiriyor.
Kuşkusuz bu cümlemizden “Mourinho eleştirilmez” sonucu da çıkarılmamalıdır. Elbette eleştirilir ama doğru bakış açısı, araç ve donanımlarla.
Bir kere daha burada yineleyeyim; ülkemizde futbol sevilmediği gibi aslında sanıldığı kadar da bilinen bir oyun da değildir.
Bu ülkenin son 30 yılında hala hakemler konuşuluyorsa, onlar işini bitirdikten sonra da yine sadece onlar konuşmaya devam ediyorsa orada oyunu izleyenlerin bu işi bildiklerini iddia etmeleri “dramatik” bir kendini kandırmadır.
Dün maç 3-0 olduktan sonra Rizespor taraftarının, kariyerinin neredeyse tamamının Rize’de geçtiği kalecilerini önce ıslıklamaları, peşinden de yuhalamaları da buna çok güzel bir örnektir.
Yine maç oynanırken eski bir hakemin sosyal medya hesabından maçı “Gökhanbahçe” şeklinde değerlendirmesi ve yaptığı vurgu çok çarpıcıdır.
Yorumcusu böyle olan bir oyunun ülkede gelişmesi mümkün müdür?
Sahada olan biten taktik, kurgu, sistemle ilgilenmeksizin direkt olarak karanlık tarafına dikkat çeken bu kişilerin işin vukuu’ndan çok şüu’yu mesele edindikleri ve insanları bununla zehirledikleri ortadadır.
Ayrıca karanlık tarafı her seferinde Fenerbahçe maçlarıyla bir araya getirmeleri, konu diğerlerine geldiğinde işin başka yönleriyle vakit geçiştirmeleri de tesadüfle açıklanamayacak kadar kasıtlıdır.
İmamın hali böyle olunca cemaatin başka davranmasını beklemek de kuşkusuz kendini kandırmak olacaktır.
İnsan ister istemez kendisine şu soruyu da soruyor. Ortalık bu kadar karanlık ve kirlenmişken, nasıl oluyor da “adamın ciğerini bilecekken kadar konuya hakim olan bu kişiler” herkese namus dersi verecek kadar tertemiz, sütten çıkmış ak kaşık kalabiliyorlar?
Bunun reçetesini çok iyi biliyoruz elbette!
Peki…
Buraya kadar bizimle kalmayı sürdürmüş okuyucu ile artık futbol üzerine konuşmaya başlayabiliriz sanırım.
Geçen sezon Fenerbahçe’nin Rizespor deplasmanında hangi saha şartlarıyla oynadığını hatırlayınca Ligin üçüncü haftasındaki bu ılıman iklim ve güzel çim kuşkusuz futbolcunun içini rahatlatmış olmalıdır. Saha şartlarının her takım için eşit şartlarda olması adil rekabetin bir parçasıdır. Bu detayı her fırsatta konuşmayı sürdüreceğiz.
Fenerbahçe sezon başından itibaren Ferdi’nin yokluğunu kabul ederek yeni bir düzen kurmaya odaklanıyor.
Bu ne demek?
Kanatların etkinliğinin azaltılıp, merkez alanın kalabalıklaştırılarak oyunu kurması anlamına geliyor.
Bu kurgunun içinde Szymasnski çok önemli ve kilit oyuncuya dönüşüyor. Geçen sene kaleye çok daha yakın ve gol pozisyonlarının tam içinde olan Polonyalı oyuncu artık üçüncü bölgede gezerek hem baskı yaparak hem de oyunu yönlendirerek aktif bir rol alıyor.
8 numaralı bölgede sahanın her iki yarı alanına basan Fred de Szymanski’nin etkinliğini logaritmik bir şekilde artırırken; İsmail de 6 numarada kazandığı toplarla 8 ve 10 numaranın güvenliğini sağlıyor.
İsmail dün girdiği 10 ikili mücadelenin sekizini kazanırken maçı 65/70 gibi çok yüksek bir pas isabetiyle tamamladı.
Merkezin bu kadar etkin ve üretken olduğu bir ortamda kuşkusuz kanatlara fazla iş düşmesi beklenmemelidir.
Fred’in üzerine yüksek isabetli şut ortalamasıyla maçı 3 golle tamamlaması Fenerbahçe’ye farkı getiren etken oldu.
Geçen sezon da Fenerbahçe iyi bir oyun planı ile başlamış, üst üste gelen sakatlıklar sonucu hem kadronun bütünlüğü hem de taktiksel kurgu bozulmuştu.
Burada en kritik rolün Fred’te düğümlendiği gerçeğini artık hepimiz görebiliyoruz ve bu oyuncunun alternatifinin henüz üretilememiş olması merkezden oyun kurma sisteminin önündeki en büyük engel şeklinde duruyor.
Sezon boyu düşünüldüğünde her şeyden önce buraya bir katkı sağlanması doğru bir transfer yönetimi olacaktır diye düşünüyorum.
Fenerbahçe’nin duran top, özellikle de kornerlere daha fazla çalışması gerekiyor.
Dün Rizespor karşısında çok iyi mücadele eden, koşan, pas aralarına giren, top kazanan bir Fenerbahçe izledik. Bunların iyi işaretler olduğu da ortada. Sezona çok erken başlayan ve güç yüklenen takımın yavaş yavaş bunu sahaya yansıtacağı görülüyor.
5 gün sonra bir maç var, sonrasında da 15 günlük bir Milli araya gidilecek. Aradan sonra da Fenerbahçe’nin biri Avrupa diğeri (ertelenmezse) Galatasaray derbisi olmak üzere çok önemli iki sınavı olacak ve bize takımın seviyesi hakkında önemli fikirler verecektir.