4000. golün önemi ve değeri
Dün futbolumuz açısından yine “sorunlu” akşamlardan birini yaşadı. Adana Demirspor takımı, muhtemelen aleyhlerine verilen biri penaltı diğeri sarı kart nedeniyle, yöneticilerinin aldığı karar sonrasında sahadan çekildi.
Bu sahadan çekilme hareketi kuşkusuz hemen herkesi sahanın dışına çıkartan bir gelişme oluyor.
Geçen sezon da oyuna damga vuran olaylar olmuştu.
Maç sonu hakem yumruklanmıştı, İstanbulspor bir başka maçta sahadan çekilmişti. Fenerbahçe Trabzon’da karşılaşma sonrasında saha içinde saldırıya uğramıştı. Fenerbahçe yönetimi bu olayı protesto etmek için Süper Kupa Finaline gençlerle çıkmıştı.
Tüm bu kaos ortamında sürecin sorunlarının nasıl çözüleceğine odaklanılmaksızın, Kupasını alan, şampiyon olan yoluna bakmış, o sezonun gerilimi bu seneye taşınmıştı.
Sorunlar her sene daha da büyüyerek çözülmesinin imkanı olmayan bir yere doğru, safların ayrışması ve çelişkilerin derinleşmesi şeklinde ilerliyor.
Galatasaray tarafı bunun planlı bir organizasyon olduğunu, maç öncesinde hazırlıkların yapıldığını iddia edercesine Okan Buruk’un sözlerinde ifade bulduğu şekliyle “bir grup tweetlerini hazırlamış bekliyordu” derken; diğer taraf eylemi farklı bir duruş sergileme biçiminde değerlendiriyordu.
Bunu ifade eden aynı teknik direktörün sahadaki genç oyuncuya gösterdiği küfürlü tepki de yaptığı yorumun ne derece samimi ve akîl olduğunu bize sorgulatıyor.
Sonuçta artık ortak akıl ve bir araya gelme refleksinin imkanları ortadan kaldırılıyor.
Neresinden bakılırsa bakılsın kötü yönetilen bir süreç var.
Yönetme, akılla, bilgiyle, donanımları doğru şekilde kullanabilme becerisiyle, her şeyden önemlisi liyakatle gerçekleştirilebilecek bir iradedir.
Bunun başta federasyon olmak üzere aşağıya doğru kulüplere kadar herkesi kapsayan bir sorumluluk paylaşımı yarattığının altını çizmek gerekiyor.
Genel anlamda bu paylaşımda tarife uygun kişi ve kuruma rastlamanın pek de mümkün olmadığını görüyor, gözlemliyoruz.
Bir hafta öncesinde rakibi için “hırsız” ithamını hiç düşünmeden bildiri ile kamuoyu ile paylaşanların, bir hafta sonra oyuncusunun sahada rakibini ve hakemi aldatmaya yönelik hareketiyle penaltı almaya çalışmasının nasıl bir çelişki olduğunun özeleştirisini yapmadan hiç kuşkusuz kişilerin duruşlarını belirleyen şeyin doğrular mı yoksa menfaatler mi olduğunun çizgisini ayırt etmek asla mümkün olmayacaktır!
Adana Demirspor küme düşmesi neredeyse kesinleşmiş bir takım olarak geçen sezon İstanbulspor’un yaptığı benzeri bir eylem ortaya koydu.
Bu eylemi tek bir takımın hareketi veya “dün değil neden bugün” sorgulamasını yapmak yine sorunu merkezinde tutmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Fenerbahçe’nin çeşitlenen oyunu…
Sezonun ikinci yarısıyla birlikte çok farklı bir Fenerbahçe çizgisi izlemeye başladık.
Adana Demirspor karşılaşmasının ilk yarısında zorlanan bir takım vardı. İkinci yarı yapılan değişikliklerle sonuca gitmişti.
Göztepe ve Rizespor karşılaşmalarında bir ve iki farklarla geriye düşüp, sonra bunu çeviren Fenerbahçe izlemiştik.
Buralarda Fenerbahçe’nin bir oyun oturtmaya çalıştığı görülüyor ama defansif sorunlar yüzünden bir türlü istenen sonuca ulaşamayan bir takım gerçeği yaşanıyordu.
Ancak bir şekilde sonuç almasını da bildi Fenerbahçe. Geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi beklenmedik puan kayıplarıyla yarışın gerisinde kalmadı.
Özellikle Fenerbahçe’nin atağa çıkarken yapmaya çalıştığı sahaya yayılım stratejisinin farkı göze çarpıyordu.
Buradaki sorun topu hızlı çevirememe ve pas zamanlamasını ayarlayamamaktı.
Bunu da oyuncuların teknik becerisi ve bir arada oynama alışkanlığı ile açıklamak mümkündü.
Tıpkı yenilen gollerdeki bireysel hataların ön plandan bir türlü inmemesi gibi.
Alanyaspor karşısında Fenerbahçe ilk yarı yukarıda yazdığımız aksaklıkları yaşamadığı bir 45 dakika oynadı.
Özellikle Dzeko merkezli atak yerleşiminde kanatlardaki oyuncuların bire bir ve ikiye birlerde kendilerini sürekli boşa çıkararak geniş boşlukları doldurmaları Fenerbahçe’yi rakibi karşısında üstün bir görüntü verdi.
Dzeko, hem oyun aklı hem liderliği hem de sahadaki duruşuyla takım arkadaşlarına güven verirken orta alanda tüm organizasyonların başladığı bir merkeze dönüşerek topların ilgili yerlere dağıtılmasını sağladı.
Fenerbahçe’nin 4000. Golü hazırlanış ve bitiriliş bakımından golün anlam ve önemi kadar değerliydi.
Orta alanda başlayan atak organizasyonu, kanatlara doğru genişlerken her iki tarafta da alternatifli hücum setlerinin oluşmasını sağladı. Bu nedenle top önce sağ taraftan
Alanyaspor kalesini yokladıktan sonra istenen sonuç alınmayınca sağdan sola paralel bir şekilde gönderilerek diğer tarafta tamamlandı.
Bu sırada neredeyse Fenerbahçe’nin tüm hücum oyuncuları topla en az bir kere oynamış; hafta içi Real Madrid karşısında takım halinde izledikleri, hücum seti oynayan Fenerbahçeli basketbolculardan ilham almış gibiydiler.
Öyle midir değil midir bilmiyorum tabii ancak golün bende bıraktığı izlenim bu şekildeydi.
Savunmada da Çağlar’ın erken sakatlığı sonrasında oyuna stoper olarak giren Amrabat’ın sağlam duruşunun etkilerini izledik diyebiliriz.
Fenerbahçe maç boyunca sadece ikinci yarı Oğuz Aydın’ın sebep olduğu bir hata sonrasında verdiği tek bir pozisyon dışında kalesinde uzaktan çekilen şutlar haricinde çok büyük tehlike yaşamadı.
İkinci yarı Fenerbahçe biraz ter idmanı yaptı.
Sakatlık yaşayan oyuncularının yanı sıra hafta içi oynayacakları Avrupa Ligi Play Off mücadelesine odaklandıklarını şeklinde bir yorum yaparsak sanırım hatalı olmayacaktır.
Fenerbahçe giderek daha oturmuş bir takım haline geliyor.
Talisca’nın gelir gelmez takıma uyumlu görüntüsü yapılan transferin isabetini gösteriyor.
Bu haliyle kuşkusuz hücumda farklı alternatiflerle aynı oyunu oynayacak bir hücum gücü oluşmuş oluyor.