Fenerbahçe’nin, ligde ve Avrupa’da başka hiçbir takımın zorunda olmadığı birtakım ölçüleri yerine getirmesi gerekiyor.
Nedir bunlar?
1- Fenerbahçe taraftarını memnun edecek 11 hücumcu futbolcu ile sahaya çıkmalıdır.
2- Avrupa’da zaten karşılığı olmayan çift ön libero ile oynamamalı,
3- Dikine, baskılı ve göze hoş gelen futbol oynamalıdır.
4- Fenerbahçe’nin tüm futbolcuları hücumu, bir an bile durmak ve yorulmaksızın golü düşünmelidir.
5- Futbolcusu asla hata yapmamalıdır, yanlış pas vermemeli, geri pastan sakınmalı, rakibin içinden bile geçecek olsa da eksilterek oynamalıdır.
6- “Hak ederek” kazanmalıdır.
7- Fenerbahçe hakemi de yenmelidir.
Diğer takımların yapması gereken tek bir şey vardır, sahaya çıkıp nasıl beceriyorlarsa rakip kaleye gol atıp, gerekirse oyunun her türlü boşluğuna sığınarak, oyunu çirkinleştirmek pahasına da olsa maçı kazanacak kadar oynaması yeterlidir.
Fenerbahçe kazanır ancak Fenerbahçeli muhabir twitterdan sosyal medyaya mesaj gönderir; “hak etmedi ama 3 puanı almasını bildi.” Aynı muhabir basın toplantısında teknik direktöre soru sorma hazırlığındayken bir taraftan yaklaşan seçimler için reklam yapmaya çalışırken diğer yandan kötü futbolu eleştirerek konuya girer ki hoca iyice gerilsin; kamuoyu da bilsin, Aykut Kocaman ne derse desin aslında Fenerbahçe kazanacak bir top oynamamıştır.
Çünkü artık futbol teknik direktörlerden daha iyi bilinen basit bir olaydır.
Öylesine basittir ki bunu görememek aslında inatlaşmak gibi bir şeydir.
Mourinho, tercümanlık yaparken futbolu teknik taktik yönden çözerek dünyanın en önemli teknik direktörlerinden biri olarak en büyük kupaları kazanmasını bilmiştir.
Daha iyi biliyorsanız yapmanız gereken tek şey pro-lisans almak; zaten bu iş için ikili ilişkiler, kulis faaliyetleri çok daha ön planda olduğundan ve sizler bu konuları teknik direktörlerden bile daha iyi yaptığınızdan aslında muhabir olarak çalışmanıza ve bu işin bu kadar cefasını çekmenize de gerek yoktur.
Mesele mangal gibi yüreğe sahip olup, en zor anında risk altına girip, belki de her şey bu kadar olumsuz giderken dimdik ayakta durabilmektir!
Fenerbahçe’nin yukarıda bir kısmını özetlediğimiz mücadele ölçülerini yaratanlar da işte bu ve bunun gibilerdir.
Hepimiz hayatın içinde çalışıyoruz, çabalıyoruz. En ufak haksızlığa uğradığımızda derdimizi kime anlatacağımızı bilemiyoruz.
Birisi mesleğimizi yapmamıza engel olduğunda kıyameti koparıyoruz.
Ama başka birisi işini yaparken onu eleştirmede en acımasız role soyunuyoruz.
Bunu çözmeden futbolu, oyunu konuşmanın ne anlamı var?
Yok ama çifte standardın bu kadar üst seviyelerde olduğu, açık kötü niyetli hareketlerin yaşandığı bir ortamda öyle ya da böyle doğrunun peşinde bir şeyler üretmeye çalışan bir teknik direktörün mücadelesini izliyoruz.
Evet, Fenerbahçe taraftarını memnun etmeyen bir kadroyla sahaya çıktı; ancak bu kadronun önemli bir kısmı Fenerbahçe’yi son 7-8 hafta da zirveye taşıyan oyunculardan kuruluydu.
Fenerbahçe buna rağmen sezonun en erken golünü atabilecek pozisyonu yakaladı. Ancak Giuliano tercihini aşırtmadan yöne kullanınca top direkte patladı.
Golü istedi, çok istedi.
Özellikle sağ kanattan önemli atak başlangıçları oldu.
Beğenilmeyen İsmail, Fernandao’ya asist yaptı.
Fenerbahçe karşılaşma boyunca rakibine tek bir pozisyon bile vermedi.
Evet, rakibi oyunu daralttığı için dikine oynayamadı, topu yanlara taşıdı. Buradan sayısız orta girişiminde bulundu ancak Göztepe ligde 9 galibiyet bulunan ve Beşiktaş ile aynı puana sahip dişli bir takımdı. Zaten zor geçeceği çok belli bir karşılaşmaydı.
Ve maalesef sezonun bitmek bilmeyen bireysel hatalarından bir de gol yendi.
Buna rağmen Fenerbahçe oyunda alternatifler arayarak sürekli golü düşündü.
Sabırla ve Aykut Kocaman’ın takıma yerleştirmeye çalıştığı taktik yapıyla. Mesele de budur; ne yaptığını ve oynadığını bilen bir oyuncu kadrosunun oyun sistemi süreklidir, alternatifleri çeşitlendirilebilir.
Karşılaşmanın son yirmi dakikalık bölümünde Dirar’a bir kısım “seyircinin” gösterdiği tepki ise bunu bozan anlayışın ürünüdür. Oysa dün akşam Kadıköy’de çok iyi bir “taraftar” topluluğu vardı. Zaten maçı kazandıran da seyirci değil, işte bu taraftardı.
Ümit Öztürk heybetli görüntüsüyle bir hakem olarak sahaya çok yakışacak bir duruşu var; ancak FIFA’nın listesine girmeyi düşünüyorsa mesela kendisine geçen hafta Liverpool-Manchester City maçını yöneten hakemi örnek almasını tavsiye ederiz.
Maçın durmasına bu kadar izin vermesi, pozisyonları futbolcuların bedensel güçlerinden kaynaklanan müdahale avantajına göre değil de sanki zayıf olanın yanında olma gayreti ile yönetmesi hakemlik adına negatif ölçülerdi.
Maçın sonuna ilave ettiği 6 dakika ise her şeye rağmen takdir edilmesi gereken bir karardı.
Giuliano’nun sakatlanması gerçekten büyük talihsizlik.
Maçın sonunda Selçuk Şahin’in Skrtel ile girdiği diyalog ise bu kadar uzun süre Fenerbahçe forması giymiş, kaptanlık yapmış bir futbolcuya hiç yakışmadı.
Fenerbahçe zor şartlar altında 3 puan aldı.
6 haftalık zorlu sürecin ilk aşamasını atlattı ve maç fazlasıyla liderliğe oturdu.
Hak ettiği bir galibiyet aldı.