Yine travmatik geçen sezonlardan birinin sonuna doğru Fenerbahçe kritik bir karşılaşmaya çıkıyor.
Rakip Trabzonspor.
Travma diyoruz ancak bu sadece futbolla da sınırlı kalmıyor. İki gün önce Euroleague platformunda Anadolu Efes’le karşılaşan Fenerbahçe Beko’nun özellikle ilk yarıda sergilediği performans takımlarının önceki sezonlarda yaşadığı başarılara alışmış taraftarı için oldukça üzüntü verici oldu, içini acıttı.
Buralarda yaşananlar öğrenilmiş derslere dönüşüyor mu bilemiyoruz, bugünden kestirmek zor, önümüzdeki süreçte yaşanacak pratiklerle anlamış olacağız ancak Fenerbahçe’nin geride bıraktığımız 4 yılı hiç de kolay geçmedi.
Kulübün tamamının yönetilememesi ayrı bir sorun olmakla birlikte futbol takımı özelinde yaşananlar kuşkusuz sadece talihsizlik, şanssızlık veya bir türlü istenen seviye yakalanamadı ile açıklanamayacak derecede net sorunları içerisinde barındırıyor.
Fenerbahçe hiç bu denli çaresiz kaldığı bir dönemden geçmemişti.
Mevcut yönetimin bugün yapabildiği tek şey “gücü yeten varsa aday olsun” demenin ötesine geçemiyor ve bunun temel nedeni geldiği günden bu zamana sürekli köpürterek ortaya koyduğu mali tablonun sadece bir kişi tarafından karşılanabileceğine yönelik oluşturulan bir algı olması da bu çaresizliği daha çok derinleştiriyor.
Bir büyük karşılaşma öncesinde neden futbol adına değil de yönetimsel sorunları ortaya koyan bir başlangıç oldu diye sorabilirsiniz, ancak tam da bununla bağlantılı olduğu için özellikle “çaresizlik” olgusuna dair vurguyu güçlü yapmaya çalışıyorum.
Son maç yazısında da belirtmiştim “Fenerbahçe’nin artık bir hedefi var” ve bu aslında onun tarihsel misyonuna pek de yakışmıyor ancak bir şeylerin yoluna girmesi, futbol takımının kendine güven duyması, camianın buna inanarak önümüzdeki sezona umutla sarılmasının yollarından birinin kalan zamandaki en iyi sonucu elde etmek olduğu da bir gerçeklik olarak önümüzde duruyor.
Bunu avuntu olarak değerlendirebilirsiniz.
Öyle olmadığını aslında geçmiş sezonlarda da sürekli tecrübe eden camianın yaşanan bunca pratiği kendisine doğru bir yol haritasına dönüştürebilmesi adına eski bilindik, sıradan, yanlış olduğu neredeyse kesin olan düşünce kalıplarını bir kenara koyması gerekiyor.
Çünkü en kötü sonuçtan bir değer çıkarmak mümkündür.
Sezonun ilk yarısında Trabzonspor deplasmanına Fenerbahçe lider gitmişti.
O takım şampiyonluk adayıydı ve henüz o günlerde takımı oluşturan futbolcu grubu bu kadar yetersiz, kalitesiz, değersiz görülmüyordu.
Bu satırların yazarı da ne o zaman ne de bugün Fenerbahçe’nin lider Trabzonspor’dan daha değersiz, kalitesiz, yetersiz bir kadroya sahip olduğunu düşünüyor.
Şunun altını bir kere daha çizmek gerekiyor; Fenerbahçe’nin, hadi bırakalım Trabzonspor’u, Konyaspor ve Başakşehir’den daha düşük seviyede bir kadroya sahip bulunduğunu söylemek mümkün müdür?
Peki sıralamayı ne belirliyor?
Aslında cevabını Başkan Ali Koç veriyor; takım olamadık, diyor ki bu gerçeğin bir yüzüdür.
Hem itiraf edip peşinden önlemini alamamaksa işte “yönetememek” oluyor.
Bunun için Fenerbahçe’nin futbol kalbi olan Samandıra’nın doğru bir yapıya kavuşturulması çözüm arayışlarında ilk sırada gelen hamle oluyor.
Fenerbahçe’de geçen sene oluşturulan hem idari hem futbolcu bakımından kadro Samandıra’nın yönetilememesinin yolunu açmıştı.
Her zaman bunu özellikle yazmam gerekiyor o kadronun teknik becerisi ve kalitesini tartışmıyorum; mesele tam da o kalitenin kendisinin takım haline dönüşmede yarattığı engel olması; takıma dair nüvelerin ortaya çıkmasının da önüne geçtiklerini dile getirmeye çalıştım.
İsmail Kartal “adaletli olma zorunluluğum var, forma adaletine inanıyorum” diyor ama az önce altını çizdiğim gerçeği ya görmüyor ya da görmezden geliyor.
Hangisinin daha büyük bir problem olduğunu sizlerin değerlendirmelerine bırakıyorum.
Futbol artık klişe söylemde anlam bulduğu şekliyle “basit bir oyun” değildir.
Öylesine farklı dinamikleri içinde barındırıyor ki bu bileşenlerin herbirini diğerinin önüne koymadan vektörel bir bileşkeye dönüştürmek en önemli yönetim başarısı haline geliyor.
Bu bileşenlerden en önemlisi, her fırsatta yüceltilen; “taraftar.”
Fenerbahçe’nin taraftara, onun desteğine ihtiyacı var.
Taraftarın da Fenerbahçesinden alacağı morale, güvene, Pazartesi günü etrafındakilere huzurla bakacağı, dik duracağı bir sonuca ihtiyacı var.
Bazen nasıl başladığı değil nasıl sona erdiği çok önem kazanır.
Evet, her şey Fenerbahçe için olumsuzluklar zinciriydi.
Büyük bir ihtimalle Mart sonu veya Nisan ortası Trabzonspor mutlu sona ulaşmayı garantileyecek ancak o son haftaların nasıl yaşanacağı da bilinmez.
2. mücadelesinde ortaya koyulacak efor, çaba, oyun şampiyon olmuş takımınkinden daha fazla alkış alabilir.
Bunun için sahada kalmayı becermek gerekiyor.
Cüneyt Arkın eski filmlerinin bazılarında kavga etmemeye yemin etmiş kahramanı oynardı. Tabii etrafında da kötü karakterler eksik olmaz, onu kavgaya çekmeye çalışır; bunun için de sevdiklerine zarar verir, kahramanı tahrik eder ve öyle bir zaman da gelirdi ki; “yeminimi bozdum ulan” diye Cüneyt Arkın’ın intikam aldığı yeniden kavgaya soyunduğu süreç başlardı.
Teşbihte hata aranmasın; tam da taraftarının Fenerbahçe’den yeminini bozmasını beklediği bir dönemden geçiyoruz.