Bitmeyen “dejavu!”
Fenerbahçe, Sivas’ta 2 puan bıraktı ve sezonun tamamlanmasına 5 hafta kala rakibi Galatasaray ile arasındaki puan farkı 4’e çıktı.
Her şey bitti mi?
Kritik soru, bu. Benim cevabım yazının içinde...
Sizi biraz tarihe götüreyim.
1995-96 sezonunun tamamlanmasına 5 hafta kala Fenerbahçe sahasında Gençlerbirliği ile berabere kalarak şampiyonluk yarışındaki rakibi Trabzonspor’un 4 puan gerisine düşmüştü.
Görüntü yaklaşık olarak buna benziyordu.
Ortalık bir anda yangın yerine dönüvermişti.
Sonraki hafta Trabzonspor sahasında Vanspor’a 1-0 yenilerek beklenmedik bir sürprize imza atmış ve bir anlamda her şey 32. Hafta oynanacak Trabzonspor-Fenerbahçe maçına kilitlenmişti.
Hikayenin gerisini biliyorsunuz.
Futbol böyle bir oyundu, Fenerbahçe başkaydı!
Ama...
Ne Fenerbahçe o zamanlardaki Fenerbahçe ne de Galatasaray kriz ve süreç yönetme konusunda Trabzonspor kadar başarısız bir rakip!
Hatta son 30 yıllık geçmişe bakarsak Galatasaray bu konuda tüm dünyaya ders verecek tecrübe ve birikime sahip bir Camia haline geldi.
Fenerbahçe, Dünyanın en büyük Spor Kulübü olmasına karşın “futbolu” yönetme konusunda son yıllar göz önünde bulundurulduğunda büyüklüğü ile ters orantılı bir gerçekliğe sahip.
Aziz Yıldırım, 2018 yılına geldiğinde kendi yarattığı bu büyüklüğü yönetemez hale getirmişti.
Ali Koç da “Aziz Yıldırım, futbolu artık çağın gereklerine uygun şekilde yönetemiyor” iddası ile göreve talip olup, Aziz Yıldırım’ın da fersah fersah gerisinde kalan bir Başkan’a dönüştü.
Elde bu kadar hazır kaynak, büyüklük, potansiyel, taraftar ve Kongre gücü varken O’nu bir anlamda başta bilgisizliği, sonra tecrübesizliği kullanamadı.
Ortamın bu hale gelmesinin baş sorumlusu hiç kuşkusuz Ali Koç’tur.
Normal şartlarda Fenerbahçe tarihine vakıf, sıradan bir Fenerbahçeli için 1995-96 örneği bile hiçbir şeyin bitmediği, hatta yeni bir mücadele başladığının güvencesi olabilecekken son 45 günde yaşananlarla psikolojik olarak güçsüz bırakılmış bir Fenerbahçe gerçeği ile en umut dolu taraftarın bile içine yolun sonu hissiyatı, ruh hali neredeyse hücrelerine kadar nüfuz etmiştir.
Ali Koç, 2 Nisan’da Fenerbahçe Kongre üyelerine karşı yaptığı sunumda ifade ettiği, ortaya koyduğu, anlattıklarının eksiği olabilir, fazlasının bulunmadığı tüm detaylarda yerden göğe kadar haklıydı.
Örnekler 2006’da başlıyor, 2009/10 sezonuna bağlanıyor; kuşkusuz 3 Temmuz’la devam ediyor, 12 Mayıs’a, oradan 4 Nisan 2015’e uzanıyordu!
Hepsi 2018’den önce ve Fenerbahçe’nin yaşadığı başarısızlıkların temel unsurlarını, nedenselliklerini oluşturuyordu.
Oysa, Başkan 2018’deki seçime hazırlanırken bunların temel değil, tali unsurlar sayılması gerektiğini, futbolu çağın gereklerine uygun şekilde yöneterek kısa sürede başarıya ulaşmanın pekala mümkün olduğunu iddia etmişti!
Fenerbahçe, böylece 6 koca yılı heba ederken, diğer tarafta da Camia da fay hatlarına, parçalara ayrıldı!
Her kafadan bir sesin çıktığı, herkes için bambaşka sorun ve sorumluluların olduğu sezonlar birbirini kovalarken Fenerbahçe futbolda hep kaybetti.
Hocalar değişti, yüzlerle ifade edilecek kadar da futbolcu geldi gitti.
Sonuç?
Değişmedi!
7 Nisan’da Süper Kupa, 18 Nisan’da Konferans Ligi, 22 Nisan’da da Süper Lig!
Neredeyse geçen sezonun dejavu’su gibi...
Hatta Fenerbahçe’nin yine bir Sivasspor maçı ile Beşiktaş’a şampiyonluk hediye ettiği sezon gibi...
Ders alamazsanız, öğrenemezsiniz; öğrenemiyorsanız elbette hem kendinizi hem Camianızı tekerrüre mahkum hale getirirsiniz!
“Sorumluluk İsmail Kartal’da!”
Onu seçen, göreve getiren ve en kritik yerde tek başına bırakan kim?
Sezonun ilk yarısında çok büyük karakter koyarak Fenerbahçe’yi Nisan ayına kadar taşıyan kariyerli bu kadar oyuncunun hali pür melali kimin eseri?
Teknik direktör, sağlık ekibi, genel menajer mi?
Türkiye’de olay bu mu gerçekten?
O zaman neden 2 Nisan’da bir Stadyum dolusu Kongre üyesi bir araya geldi? İsmail Kartal’a, sağlık ekibine, oyunculara mesaj vermek için mi?
Oyun kirli, güvenilmez hatta artık Türk hakemleri, gözlemcileri tarafından bile idare edilemez hale gelmiş!
Burada “öncelikli” teknik direktör konuşmak sorunu görmemektir.
2006’da Denizli’de Appiah golü kaçırınca ertesi gün Hıncal Uluç “Ligimizin namusu kurtulmuştur” mealinde bir yorumda bulunmuştu.
Futbol tarihimizin “en namuslu, en şerefli, en karakterli, en ahlaklı” futbol yorumlarından biriydi, bu!
Sözde Appiah’a top Denizlisporlu oyuncudan sekerek gelmişti.
Appiah topu dışarı vurmak yerine gol atsa; işte futbolumuzun namusu kirlenecekti.
Çünkü ortada bir şaibeli bir durum olacaktı.
İşte Fenerbahçe böyle şaibeyle şampiyon olacaktı.
Appiah dışarı vurdu, milyonlarca Fenerbahçeli yıkıldı; Galatasaray şampiyon oldu ve ülkemiz bir kere daha tertemiz pırıl pırıl bir şampiyonluk görmüş oldu!
Dünkü Sivasspor maçını Fenerbahçe kazanmış olsa başta kalecisi olmak üzere, Sivasspor’un ilk yarıyı 0 faul ile tamamlaması üzerinden, Bülent Uygun’un yine ortama uygun futbol anlayışı ile oynatmasına “şike imalı” yorumlarını dinleyecek, okuyacaktık!
VAR’daki hakem “oyna, devam et” dese bu yabancı hakemleri Ali Koç’un getirdiği, şirketleri üzerinden beslediği yönünde iftiralar dolaşacaktı sosyal medyada...
Çünkü TFF, VAR’da yabancı hakem kararını Ali Koç’un zorlamaları, baskılarıyla almış; hakemler de ona uygun seçilmişti!
Ama VAR hakemi penaltıyı verdirdi ve o penaltı golü futbolumuzun “namusunu” kurtardı işte!
Futbolumuzun “namusu” Appiah’ın atamadığı golle ve Sivasspor’un kazandığı penaltı ile kurtulabilecek seviyelerdedir!
“Ne güzel İstanbul; bu da mı gol değil Hakim Bey?”
Yazımı İrfan Can ile tamamlamak istiyorum. Çok büyük karakter ortaya koyuyor. Fenerbahçe’de şu an neredeyse kimsenin yapamadığını tek başına üstlenmiş gibi görünüyor.