Hafta içinde medyada zihinlerimize kazınan, birbirine zıt iki fotoğraf karesi vardı.
Güzel olanı barış, ebedi dostluk ve buram buram sevgi kokuyordu.
Tepki çekeni ise şiddet, kavga, korku çağrıştırıyordu.
Birinde özne kadın, diğerinde toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yaşandığı her ülkede olduğu gibi erkek idi!
Denizlispor-Elazığspor maçına belinde tabancası ile girebilen (!) ve bunu tribünde hiç çekinmeden sergileyebilen zihniyet, mesleği polis de olsa, futbol sahalarında yaşanabilecek cinnetin hangi tehlikelere yol açabileceğinin göstergesiydi.
Ona “dur” diyemeyen, taşıdığı rozete ayrıcalık tanıyan ve adı “özel güvenlik” olmanın dışında hiçbir özelliği olmayan sözde kolluk güçlerinin, bu kabadayılığa gösterdiği müsamaha ise daha korkutucu idi.
Spor alanlarına patlayıcı, yaralayıcı maddeler, yasak pankartlar nasıl giriyor diye beynimizi zorluyoruz ya...
Yormayın kafanızı. Ateşli silahın girebildiği yere, eğlencelik diye alıyorlardır bunları!
***
İçimizi ısıtan fotoğraf karesi, kadın olmanın ayrıcalığını ve sevecenliğini yansıtıyordu.
Vestel Venüs Sultanlar Ligi final maçından sonra Fenerbahçe ve Galatasaraylı kadın voleybolcuların madalya ve kupalarıyla objektiflere birlikte verdiği poza, bir daha sporun hangi branşında tanıklık ederiz bilmiyorum ama, o karenin çerçeveletilip kulüplere ve taraftar gruplarına ibret vesikası olarak takdim edilmesinin şart olduğunu düşünüyorum.
Yüzyılı aşkın rekabeti parkede bırakıp, terleri soğumadan, boyunlarında madalyaları ile birbirine sarılan iki takım sporcularına helâl olsun. Kupanın sahibi Fenerbahçe gibi, ikinciliği kazanan Galatasaray takımı da eş değerdir bu güzelliğin farkındaki gönüllerde.
Dikkat edin; başkanları el sıkışmaktan dahi kaçınan iki kulübün oyuncularının gözlerinde kıskançlık, nefret, ya da zafer sarhoşluğu ile rakibi küçümseyen küçücük bir ifade görebildiniz mi? Genç ergen tavırlı, ayıplı yöneticinin attığı tweet bile gölge düşüremedi bu tabloya!
Tarihi bilmeyen ya da bilmezden gelen, başarı için her yolu mübah sayıp camiaları birbirine düşman edenlere inat, yılın fair-play ödülüne adaydır artık o dünya güzeli kadınlarımız.
İyi ki varsınız! Umarım, yaşamın her alanında şiddeti, gücü ve silahı karşı cinse üstünlük olarak kullanma alışkanlığı geliştiren ezik, hastalıklı beyinlere, örnek olursunuz.
Alkışlar Fenerbahçe ve Galatasaray kadın voleybol takımlarına!
Ilgaz elit kategoride!
Şampiyonlar Ligi ve UEFA Avrupa Ligi, dünya futbolun vitrinidir.
Nihayet yarı finale geldik. Hafta içinde ilk karşılaşmalar oynandı.
Önemli maçlarda Türk hakemi görmek bizi ne kadar mutlu ediyorsa, o hakemleri değerlendirecek gözlemcilerin de o denli önemli olduğunu bilmiyoruz çoğu kez.
Bizde gözlemcilik kavramı bazen (!) eyyam ile birlikte anıldığı için, değersiz, işlevsiz sayılabiliyor insanların nezdinde.
Oysa UEFA için objektif bakış açısı ve kaliteli rapor, hakem performansı gibi hassas konu. MHK üyesi Murat Ilgaz bu anlamda onların kıymetli gözlemcilerinden biri.
Son olarak Şampiyonlar Ligi yarı final maçından birinde görev yaptı. Real Madrid- Atletico Madrid karşılaşmasının ünlü İngiliz hakemi Martin Atkinson ve ekibinin gözlemcisiydi. Üst düzey maç, hakem ve gözlemci.
Yarı finalin diğer maçı Monaco- Juventus sınavında ise UEFA Hakem Komitesi üyesi, dostumuz Jaap Uilenberg vardı.
Darısı daha iyilerine Murat hocam...
Hanginize inanalım?
Rize’de iki gazeteciye saldıran Başakşehirsporlu futbolculara verilen “komik” cezalardan sonra, içimiz cız etse de dosya kapandı diye düşünmüştük.
Yanılmışız. Kimin aklına gelirdi bu kez de Tahkim Kurulu’nun devreye gireceği?
Hukuk fakültesi bitirmedik, lakin Futbol Federasyonu kurullarının nasıl işlediğini, o makamlarda oturan beyler kadar 33 yıldır az çok takip ediyor ve biliyoruz.
Hukuk müşavirliği bir olayda temsilci raporları ve gerekirse görüntüleri toplar, talimatta hangi suça karşılık geliyorsa savcı gibi iddianamesini hazırlar, mahkemeye, yani disiplin kuruluna sunar.
Disiplin kurulu dosyayı değerlendirir, eylemin gerektirdiği cezaları verir. Son aşamada Tahkim’e itiraz edilirse, bu kez heyet toplanır ve cezaların usulüne uygun olup olmadığına bakar. Genelde bu üç mekanizmanın hukuki kriterlerinde pusula sapmaz.
Ama bu sefer ne oldu? Hukuk müşavirliği Volkan, Ufuk ve Ayhan’ı “saldırı”, Emre’yi “sportmenliğe aykırı hareketi” nedeniyle PFDK’ya sevk etti.
PFDK, Volkan Babacan’ın eyleminin niteliğini değiştirerek, “sportmenliğe aykırı harekete” soktu ve 1 maça hükmetti. Ufuk ve Ayhan’a “saldırı” gerekçesiyle alt sınırdan 5’er maç ceza verdi. Emre’ye ise 50 bin lirayı uygun gördü!
Kavganın raconu!
Bitmedi. Bu kez Tahkim’e gitti dosya. Kurul, Ufuk ve Ayhan’ın saldırıda bulunmadığına, “kavgaya karıştığına” kanaat getirdi” ve cezaları bir kez de kendisi yonttu!
Şimdi soruyoruz; hukuk mekanizmasını yürüten üç kurul var. Ortada da bir dosya. İçinde temsilci raporları, görüntüler, savunmalar ve masada da talimat!..
Nasıl oluyor da birinin A dediğine diğeri D, berikinin D dediğine öteki F diyebiliyor? Kurullar arasında bu kadar derin görüş ayrılığı yaşanması normal mi? Bu çelişkiler, yarın başka dosyalara örnek teşkil etmez mi? Yoksa yargı bağımsız değil mi?
Ve en önemlisi, bizler hangisine inanacağız?..
Bir grup futbolcunun yerde savunmasız yatan adama acımasızca yumruk ve tekme atmasının adı kavga ise... Hatırlatalım. Kavganın da bir raconu vardır. Girersin üçe üç eşit koşullarda, kim kimi döverse! Sonra yakanı paçanı toplar, dönersin mahallene!
Mesleğimiz adına üzülüyorum. Yarın “kavgaya karışan” gazeteci kardeşlerimiz suç duyurusundan da vazgeçerse, inanın şaşırmayacağım!