Bursaspor maçının devre arasında soyunma odası koridoruna inme alışkanlığını sürdüren Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım 21 gün hak mahrumiyeti cezası almıştı.
Biz geçen hafta “Niçin 45 değil de, 21 gün ?” diye sorarken, Fenerbahçe cezayı fazla bulup Tahkim Kurulu’na itiraz etti. Kurul perşembe yaptığı toplantıda bu itirazı görüşecekti. Ancak gelin görün ki, bir hafta önce İstanbul Emniyet Müdürlüğü Spor Güvenliği Büro Amirliği ile İstanbul Valiliği İl Spor Güvenlik Kurulu’dan istenen ses ve görüntü kayıtları ortada yoktu. Tahkim Kurulu iki birime de ayrı ayrı yazı yazmasına karşın, Aziz Yıldırım ile hakem Tolga Özkalfa arasında geçtiği iddia edilen sözlü diyaloğun kanıtları nedense gönderilmemişti.
İşin ilginç yanı Disiplin Kurulu, Yıldırım’a 21 gün ceza kesip, olayın soyunma odası koridorunda gerçekleştiğini es geçerken, benzer bir dosyada Kayserispor Başkanı Recep Mamur’a acımamıştı!
Tahkim Kurulu şimdi emniyet yetkililerinden o soyunma odalarına giden koridorlarda kaydedilen görüntü ve sesleri istiyor. Beklenen kanıtlar gelirse, Fenerbahçe Başkanı’nın nerede, ne söylediği tespit edilecek. Edilecek de ne olacak? Burası daha enteresan. PFDK, Yıldırım’a ne zaman ceza verdi? 14 Mart 2013 günü. Aradan ne kadar süre geçti? Bugün itibarıyla 18 gün. Görüntüler geldiği takdirde Tahkim Kurulu ilk toplantısını ne zaman yapacak? 5 Nisan Cuma günü! Yani... Aziz Yıldırım’ın 21 günlük cezası dolduktan üç gün sonra!
Başka bir şey daha var. Fenerbahçe bu cezaya ne zaman itiraz etti? PFDK kararından bir hafta sonra, tam da başvuru süresinin dolacağı gün. Tahkim ilk toplantısını yaptığında cezanın 15 günü zaten gitmişti. Şimdi bir hafta daha beklenecek, al sana toplamda 24 gün! TFF, Yıldırım’a üç gün borçlu kalacak, belki de bir sonraki vukuat dosyasından bu üç günü düşecek!
Söyleyin şimdi, bu nasıl bir adalettir, nasıl bir sistemdir?
Peki bu senaryodan gişe rekorları kıracak bir komedi filmi çıkar mı? Vallahi de çıkar, billahi de çıkar!
Meğer herkes rahatsızmış!
Gökhan Zan’ın cezasının ertelenmesiyle başlayan tartışmanın boyutu giderek genişliyor.
Son olarak Tahkim Kurulu Başkanı Engin Tuzcuoğlu da talimatlardan şikayet etmiş. Başkan demiş ki; “ 103. maddeden (erteleme hükmü) benim de vicdanım sızlıyor. Cinayet olsa erteleme kararı çıkacak. Cinayetin ertelemesi mi olur?”
Doğru söze ne denir? Tuzcuoğlu haklı!
Merak ettim, Tahkim Kurulu’nun son kararlarına baktım. 17 dosyanın tam 11 tanesinde erteleme talebinde bulunulmuş. Bunların 5’inde talep kabul edilmiş.
Önce Fenerbahçe, sonra Fatih Terim ve Gökhan Zan’ın açtığı kapıdan geçmeye o kadar çok talipli olunca, Tahkim Kurulu da işleri ekstraya bağlamak zorunda kalmış.
Erteleme maddesi kimin için, ne için çıkarıldı ise çıkarıldı. Ancak ortada bir gerçek var. O madde ya yeniden düzenlenip vicdanlar rahatlatılacak, ya da kökten söküp atılacak!
Güneş ve Terim’i yiyen sistem Avcı’yı affeder mi?
Milli Takım tarihinin en başarılı iki teknik direktörü kuşkusuz Şenol Güneş ve Fatih Terim idi. İkisinin de apoletinde Dünya ve Avrupa üçüncülüğü yıldızları vardı. Dolayısıyla uzun vadeli planlar, kalıcı sistem ve standart başarılar için bu isimlerle yola devam etmek bulunmaz fırsattı.
Biz ne yaptık? Önce Güneş’i istenmeyen adam ilan ettik. Görev süresince saç traşına varıncaya dek bir sürü abuk eleştirilerle uğraşan Şenol hoca, 2002 zaferinden kısa süre sonra, hiç de hak etmediği üslup ile karşılaşınca ayrılmak zorunda kaldı.
A Milli Takım’daki ikinci döneminde bu kez hedefe Fatih Terim’i koyduk. 2008 Avrupa üçüncülüğünün ardından Dünya Kupası elemelerinde gruptan çıkamayınca faturayı hep birlikte Terim’e kestik. Deneyimli çalıştırıcı “Buraya kadar” deyip, yolunu çizdi.
Şimdi gündemde Abdullah Avcı var. Avcı’nın başarısızlığını kimse inkar edemez. Son 20 yılın en kötü performansının altında onun imzası var. Brezilya’ya gitmek mucize değil, neredeyse imkansız. TFF kendi tercihi olmayan Avcı’ya sahip çıkıyor görünse de, mevcut durumdan memnun olmadığı belli. Dere geçerken at değiştirilmez söylemi, Avcı’ya “Gereğini sen yap” demenin kibarcası.
Peki genç teknik adam bu iradeyi gösterebilir mi? Göreve getiriliş sürecinde, futbolun gerekleri ve gerçekleri dışında yaşananlara bakılırsa, olası bir ayrılık için de “manevi yönlendirme” şart gibi!
Saha sonuçları, tartışılan oyuncu tercihleri, aykırı açıklamaları bir yana, Avcı’nın tükendiği an neydi biliyor musunuz? Macaristan maçı öncesi kendisine yakınlığı ile bilinen bazı futbolcuların ona sahip çıkma gayretleri. Aynı ifadeler, benzer sahiplenmeler bir Güneş, Terim veya Mustafa Denizli için söz konusu olabilir miydi? Asla.
Abdullah Avcı o kadar yalnız ve çaresiz kalmıştı ki, tek samimi desteğin içerideki birkaç oyuncudan gelmesinin bile şifresini çözmekte zorlandı.
Avcı’nın iyi niyetinden şüphemiz yok. Güzel işler yapma isteğinden de hâkeza. Ancak tablo ortada. Genç teknik adamın hâlâ “son dört maçı kazanmaktan başka yolumuz yok” şeklindeki sözleri, yaşadığı ruh halinin dışa vurumundan başka olabilir acaba?
Eğer Abdullah Avcı’nın ne yapmak istediğini anlıyor, geleceğe yönelik planlarına inanıyor ve bunu başarabileceğini düşünüyorsanız, önünüzde tek seçenek var: “Durmak yok yola devam!” diyecek ve 2016 Avrupa Şampiyonası için şimdiden düğmeye basacaksınız. Lakin bu seçeneğin Milli Takım ve Avcı için hayırlı olacağını sanmıyorum.
O görevdekilerin kaderi bu. Başarılı olsan da , Türk futbolunu çeyrek asır geriye götürsen de sonun aynı...
Bazılarının adı tarihe altın harfler ile yazılıyor, bazısının esamesi bile okunmuyor.
Olan kime mi oluyor? Mehter marşıyla yol almaya çalışan ay-yıldızlı ekibe tabii!