Cemal Ersen

Cemal Ersen

cersen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları


Burak Yılmaz da yolcu. Tıpkı geçen sezon Selçuk, Egemen, Umut ve Engin’in gidişi gibi.
Ancak bu kez arada bir fark var. Golcü futbolcu giderse, Trabzonspor’a para kazandıracak!
Ne kazandıracak Burak? Özel sözleşmesine göre 5 milyon euro!
Burak kalitesinde bir oyuncuyu bonservisi ve yıllık alacağı dahil bu rakama transfer edebilir misiniz?
Etseniz bile uyum süreci, yeni arkadaşlarına ve hocasına alışma dönemi derken, kısa sürede verim sağlamayazsınız.
Trabzonspor’dan ayrılmayı çok önceden kafasına koymuş bile olsa, herhangi bir yöneticinin veya teknik direktörünün kendisiyle oturup gelecek yılın hesaplarını yaptığını hiç sanmıyorum.

Haberin Devamı
Trabzonspor ve Burak’ın tercihi
Lig biter bitmez özel eşyalarını toplayıp İstanbul’un yolunu tutan Burak’a “Acaba kalmak istiyor musun?” diye soran olmadığına göre, belli ki bu ayrılığın filizleri epey önceden atılmıştı.
Burak kafasından Trabzonspor’u, Trabzonspor da Burak’ı silmişti.
Şenol Güneş ile Seul’deki bir sohbetimiz sırasında, “Burak, Avrupa’ya gitmeli. Kalırsa da sorunlarından arınmış, kafası net bir şekilde kalmalı” demişti.
Anlaşılan, adı konan sorunların çözümü konusunda kimse çaba göstermeye niyetli değildi.
Genç golcünün pekçok transfer teklifi aldığını işitiyoruz.
Tıpkı geçen sezon Selçuk İnan’ın olduğu gibi.
İnsanlar Selçuk’un, Avrupa’da hangi takıma gideceğini tartışırken, ligin iki büyüğü Fenerbahçe ve Galatasaray arasında yaşanan transfer rekabeti Fatih Terim faktörü devreye girince sarı-kırmızılı ekip lehine sonuçlanmıştı.
Burak ile Selçuk, Trabzonspor’dan çok iyi dost. İzin günlerinde İstanbul’daki buluşmaları rastlantı (!) olsa bile, ben Burak’ın transferdeki önceliğinin Türkiye olduğunu düşünüyorum.
Yanılıyor olamaz mıyım? Pekâlâ olabilirim. Ama aksine de hiç şaşırmam.
Burak Trabzonspor’a çok şey kattı. Trabzonspor da, Burak’a elbette.
Genç oyuncu bu ligde 5 takımda forma giydi. Kısa sürelerle de olsa aralarında Fenerbahçe ve Beşiktaş gibi ekipler vardı.
Ne var ki, Burak’ı Burak yapan marka bordo-mavili forma ve Şenol Güneş oldu. Türkiye’de veya Avrupa’da başka hangi takım tüm hücum planını tek bir oyuncu üzerine kurar ve sonuç alır bilinmez. Lakin onu büyük beklentilerle transfer edecek teknik direktörün meziyetlerini ve yeteneklerini bilmemesi halinde, Burak’ın bir başka forma altında aynı performansı göstermesini beklemek iyimserlik olur.
Görünen şu; bu ayrılığın içinde minnet ve saygı sözcükleri barındıran cümleler geçmeyecek.
Belki kanıksadık benzer yol ayrımlarını. Ancak iki tarafın da hâlâ teşekkür edecek, dostça mesajlar verecek vakti var. Fair-play adına bunu yapmak hiç de zor değil!

Emre’ye inanıyorum

Emre Belözoğlu küçük kardeşi Arda Turan’ın yanına
gitti.
Umarız bu hava değişimi Emre’ye ve milli takıma yarar sağlar.
Emre veda için geldiği İstanbul’da açıkladı: “Atletico’ya imza atmadan önce Aykut Kocaman’ı arayıp helalleşmek istedim. Ancak ulaşamadım.”
Çoğu vakit eleştirmiş olsak da, Emre’nin durduk yere böylesi içi boş bir cümle kuracağına ihtimal vermiyorum.
Bana göre Kocaman’ı aramış ve ulaşamamıştır. Gerekçesi her ne ise.
Sanırım sorunun doğru yanıtını, iki sezondur aralarında yaşanan gerginlik her gündeme geldiğinde, medyayı hedef alanlar biliyordur!

Ah o gemide biz de olsaydık!
Futbolda büyük şölen nihayet başladı. Kaybolan yıllara kahretmek, maalesef yarınlara pek fazla bir şey kazandırmıyor.
Ama eminim çoğumuz, Avrupa’nın en iyi 16 takımını televizyon başında izlerken “Ahh biz de orada olmalıydık” diye iç geçirecek.
Niçin böyle düşünüyoruz?
Çünkü gerekçelerimiz ortak; A Milli Takım’ın şampiyonada yer alan ülkelere partnerlik yaptığı hazırlık maçlarındaki performansını görünce, daha bugünden hayıflanmaya başladık bile.
Guus Hiddink ile avucumuzun içinden kayıp giden bir Avrupa şampiyonasına tanıklık ediyoruz.
Şimdi ise Abdullah Avcı yönetimindeki ay-yıldızlı ekibin hak ettiği yerden uzak kalmasına üzülüyoruz.
O gün milli takım için Hiddink tercihini yapan yöneticiler, kuşkusuz böyle bir başarısızlığı akıllarından geçirmiyordu.
Düşünceleri, dünyanın sayılı teknik adamlarından biri ile Milli Takımı, Derwall ve Piontek dönemlerinde olduğu gibi yeniden yapılandırmak ve geleceğin temellerini atmak da olsa alınan risk ve sonuçları ortada.
Peki, bu kadar kısa sürede ne değişti de, zevk aldığımız, heyecan duyduğumuz, başarılarına sevindiğimiz bir milli takımı izler hale geldik?
Görevde kaldığı uzun sayılmayacak süre içinde şike ve teşvik soruşturmasıyla boğuşan Mehmet Ali Aydınlar federasyonunun en isabetli hamlesi başlattı bu ayaklanma operasyonunu.
Kamuoyunu ikiyi bölen Abdullah Avcı terhici kuşkusuz tek başına bir anlam ifade etmeyecekti.
Bazı kesimler onun göreve getiriliş şekli ve dünya görüşüne kafa yorarken, Avcı’nın vizyonu, futbol bilgisi, deneyimi ve ilişkileri, Milli Takım’da bir süredir yaşamadığımız ekip ruhunu da geri getirdi.
Aynı futbolcular Hiddink- Oğuz Çetin ikilisi zamanında da vardı! Avcı Amerika’yı yeniden keşfetmedi, aksine mevcutlar ile oyun sistemini oya gibi işlemeye başladı.
Takımdaşlığı, sevgiyi ve saygıyı harmanlayıp, kendine güvenen, başarılı olacağına inanan ve bireysel yeteneklerini ön plana çıkaran isimleri bir araya getirmeye çalıştı.
Uzun vadeli konuşmak için erken gibi görünse de, Avcı ve öğrencileri 2002 ile 2008 ruhunu ayağa kaldırabilecek kapasitede bir takımın varlığını anımsattı hepimize.
Yarınlar adına umutluyuz. Yeter ki Hiddink’e verdiğimiz avansın yarısını Avcı’ya tanıyalım.
Rastlantı mıdır, bilmiyorum. 6’şar senelik aralarda A milli takımın elde ettiği başarıları düşününce, 2014 bizim yılımız olacak gibi iyimser bir düşünceye kapılıyorum.
Öyleyse neden olmasın. Yeter ki bu ekibe inanalım, güvenelim ve kötü günlerinde de yanında olalım. Tabii Aydınlar federasyonuna geç de olsa bir teşekkürü esirgemeleyim!