Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Meşgalesi olmasa, Fatih Terim’i akil insanlara alırdım” demiş.
Sayın Başbakan neden öyle söylemiş? Çünkü Terim sadece sporla değil, bütün meselelerle ilgilenen, siyasi derinliği olan bir insanmış.
Başbakan haklı. Kaotik futbol ortamında Terim’in sportif başarılarının yanında, memleket sorunları ve güncel pekçok konuyla ilgili iz bırakan eylem ve söylemleri var.
Mesela hiç unutmam, geçen yıl Galatasaray’ın kazandığı Kasımpaşaspor maçı sonrası basın toplantısında, “‘Ne futbolu konuşacağız. Bu kadar şehidin olduğu bir günde futbol konuşamam” ifadeleriyle konuya hassasiyetini göstermişti.
Aynı Terim, 59. yaşına girdiği gün Beytüşşebap’tan gelen şehit haberine üzülmüş ve Florya’da çalışanların kendisi için düzenlemeyi planladığı kutlamaya karşı çıkarak, “Ülkede 10 şehit var. Yas tutmamız gereken böyle bir günde, ne partisi, ne doğum günü kutlaması?” diye tepki göstermişti.
Bunlar medyaya yansıyan mevzular. Kim bilir, deneyimli teknik adam ile Başbakan arasında daha ne diyaloglar geçmiştir?..
Peki Fatih Terim vakti olsa barış sürecine “akil insan” olarak gerçekten katkı sağlayabilir miydi?
Neden olmasın? Hitap edeceği kitleye konuşmadan önce söze, “söylediğimi yap, yaptığımı yapma” diye başlayıp samimi düşüncelerini paylaşma şansı bulsabilseydi, Başbakan’ın belirlediği 63 akil insandan çok daha etkileyici olabilirdi Terim.
Hele bu teklifin zamanlaması Mersin İdmanyurdu maçı öncesine denk gelseydi, kimse en ufak bir tereddütü olmadan Terim’e verilen sorumluluğu destekleyebilirdi.
Çünkü Terim düşündüğünü sansürlemeden dile getiren, duygularını kontrol etme gereği duymadan açığa vuran, tepkilerini çekinmeden sergileyen bir insan.
Zaten futboldaki sabıka dosyasına baktığınızda, hep bu zaaflarının cezalandırıldığını görürsünüz.
Örnek bir lider olmak
Başbakan’ın, Kırgızistan ziyareti sırasında Terim ile ilgili düşüncelerini paylaşması da bu yüzden ilginç geldi bize. Kim bilir, belki de Galatasaray teknik direktörünün tarihi cezası açıklanmadan önce gönlünü almak, onun özel bir insan olduğunu anımsatmak ve yaşamın sadece futboldan ibaret olmadığına vurgu yapmak istemişti sayın Başbakan!
Gerekçesi her ne ise. Pekçok insan gibi biz de Fatih Terim’i tarihe kazınan başarıları, mazbut yaşam tarzı ve hümanist dünya görüşü ile seviyoruz.
Madalyonun diğer yüzü, yani hırçın Terim mi?..
Bir daha asla hatırlamak istemeyeceği o maçtan sonra sakinleşip görüntülerini defalarca izlediğinde, herkes gibi uymakla yükümlü olduğu kuralları öğrendiğinde ve öfke kontrolü konusunda kendisini geliştirmeye ikna edildiğinde, “örnek” bir lider olabilir Fatih Terim...
Bu Fener alkışlanır, ya Trabzonspor?
Karşımızda şike sürecinin tam göbeğine oturmuş ve tüm olumsuzluklarını iliklerine değin yaşamış iki takım var.
Biri Fenerbahçe. Diğeri ezeli rakibi Trabzonspor.
Çok geriye değil, geçen sezona gidelim. Öyle ya, hapisliklerin, yargı sürecinin, karşılıklı suçlamaların, hak aramaların, UEFA’nın ve siyasetin en çok konuşulduğu dönem bu değil mi?
Ne yaptı Fenerbahçe o yıl?
Başkanı ve yöneticileri bir yıla yakın tutsak kaldı.
Önemli oyuncuları gemiyi terk edip, kalanları kaderleriyle başbaşa bıraktı.
Takım son dakikada Şampiyonlar Ligi’nden çıkarıldı, müthiş moral çöküntüsü yaşandı.
Bu olumsuzluklara karşın taraftar ne tepki verdi?
Sevse de sevmese de, önce tutuklu başkan ve yöneticilerine sahip çıktı, sonuna kadar arkasında durdu.
Camia tek yumruk oldu. Teknik direktörü ve futbolcusunu bağrına bastı, her maçta kıskanılacak bir destek verdi.
Ya sezon sonu? Fenerbahçe piyangodan çıkan play-off’un bitiş düdüğünde şampiyonluğu kaybetti.
Dönelim Trabzonspor’a? Geçen sezon onlar için nasıl geçti? Önce UEFA, ardından Şampiyonlar ligi ve tekrar UEFA maçları oynayan ilk ve tek takım unvanı aldı. Hatırı sayılır bir gelir elde etti. Ligi üçüncü sırada tamamlayıp UEFA’da 3. ön eleme oynama hakkını kazandı.
Gelelim bu sezona...
İki takımın başkanı, yönetimi, teknik direktörü, futbolcusu ve taraftarı arasındaki fark çok daha belirgin ekilde ortaya çıktı.
Fenerbahçe üç kulvarda birden hedefe koşuyor. UEFA’da Avrupa liginin en iyi dört takımından biri artık. Hedef ise final oynamak.
Türkiye kupasında da öyle hâkeza. Çeyrek finalin dört takımından biri ve kupaya en yakın ekip.
Ligde Galatasaray’ın dört puan gerisinde ve şampiyonluğun iki önemli adayından biri.
Trabzonspor tarihinin en kötü performansını sergiliyor. “Kupamızı isteriz” söylemleriyle geçen aylar hem takımı, hem teknik kadroyu, hem de taraftarı yıldırdı. UEFA’ya erken havlu attı. Bordo-mavililer şimdi küme düşme korkusundan uzaklaşmaya çalışıyor. Camia tepkili, takım yılgın, başkan ve yönetim bezgin.
Bu mukayeseyi yapmamızın nedeni çok açık.
Aynı sıkıntılı süreci farklı atmosferlerde yaşayan iki camiadan hangisinin neden, nasıl ayakta kaldığını ve hangi hedeflere koştuğunu anlatabilmek için!..
Denebilir ki şikede yargılama bitmedi. UEFA, Fenerbahçe’nin dosyasını kapatmadı. Son karar açıklanmadı.
Doğrudur. Trabzonspor’un da kupası verilmedi.
Ama ne oldu? Türk futbolunun iki büyük camiasından biri zirve, diğeri dip yaptı.
Peki aralarında dağlar kadar büyüyen bu farkı kim yarattı?
Birinde renklerin tüm paydaşlarının birliği, gücü, inancı ve mücadele ruhu.
Diğerinde averajla kaçan şampiyonluğun mirasını yiye yiye bitmeyeceğini sanan zihniyet.
Tablo ortada. Trabzonlu dostlar sakın alınmasın gücenmesin. Maddi, manevi en kuvvetli olduğun süreci bu kadar kötü yönetir, bir kupanın peşine takılır, futbolda dünün değil yarının geçerli olduğunu unutur ve pembe hayallerden kurtulamazsan, o yaşam sana zehir olur. İşte Fenerbahçe, işte Trabzonspor!