Eylül ayı başında iki büyük kulüp başkanının teknik direktörlerine sahip çıkarken medyayı hedef alarak yaptığı açıklamalar hafızalardan silinmedi.
Kısaca anımsayalım;
Aziz Yıldırım: Olumsuz her sonucun ardından sayın Aykut Kocaman ile aramızda sorun varmış ve kendisiyle yollarımızı ayırmayı planlıyormuş gibi göstermeye çalışan spor basını içi boş haberlerden vazgeçmelidir. O, büyük Fenerbahçe ailesinin önemli bir üyesidir ve bizimle birlikte hizmet etmeye devam edecektir. (1 Ağustos 2010)
Adnan Polat: Medya tam tersini yazıyor ama Rijkaard sezon sonuna kadar bizimle. Ne olursa olsun sözleşme uzatacağız. Mayıs ayında kendisine uzatma teklifinde bulunacağız. (2 Ağustos 2010)
Bugün itibarıyla Aziz Yıldırım haklı görünüyor. Yarın ne olur bilinmez!.
Adnan Polat 2 ay dayanabildi. Rijkaard’ı yüklü bir tazminat ödeyerek göndermek zorunda kaldı.
Bu aralar gündemde iki isim daha var.
Ertuğrul Sağlam ve Schuster.
Beşiktaş Başkanı Yıldırım Demirören uzun süredir medyada boy göstermediği için onun görevini yöneticileri yapıyor.
Siyah-beyazlı kulübün internet sitesinden Schuster ile ilgili yapılan açıklama şöyle;
“Teknik direktörümüz Bernd Schuster hakkında son günlerde basında çıkan yıpratıcı haberler ve yorumları hayret içinde takip ediyoruz. Modern futbolun temsilcisi teknik direktörümüz ile uzun vadeli planlar yapmış olan biz Yönetim Kurulu üyeleri, bu vesileyle Schuster’e duyduğumuz güveni bir kez daha tekrarlama gereği hissettik.”
Şampiyonlar Ligi’ndeki tarihi başarısızlığın faturasını ödemeye hazırlanan Ertuğrul Sağlam’a destek veren Bursaspor Kulübü Başkanı İbrahim Yazıcı ise,”Bu yola Ertuğrul Sağlam`la çıktık ve daha uzun yıllar birlikte yürümeye kararlıyız” diyor.
Önemli hedefleri olan kulüplerde başarısızlık halinde faturanın öncelikle teknik direktörlere kesildiği bir futbol ülkesiyiz.
Çok az kulüp yöneticisi verdiği sözlerin arkasında durabildi.
Yakın geçmişte örneklerini yaşadık.
Aragones, Del Bosque, Tigana, Daum, Skibbe, Gerets, Hugo Broos gibi isimler büyük umutlar ve paralarla davet edilip, ciddi tazminatlar ödenerek gönderilen teknik adamlar oldu.
Ne kulüpler ders aldı, ne camialar.
Şimdi ligin zirvesine bakın. İlk beş sıradaki takımlardan dördünün teknik direktörü yerli.
Şenol Güneş Trabzonspor, Ertuğrul Sağlam Bursaspor, Abdullah Avcı İstanbul Belediyespor, Aykut Kocaman Fenerbahçe ile şampiyonluk hesapları yapıyor.
Bu tablo belki de bir ilk.
Bir başka gerçek ise yabancı teknik adamlara tanıdığımız hoşgörü ve toleransın onda birini kendi değerlerimize gösteremediğimiz.
Kolay yolu seçip onları bozuk para gibi harcayabiliyoruz.
“Evlatlarımıza” kıyarken, kırmızı halıyla Avrupa’dan gelecek kurtarıcıları bekliyoruz.
Peki onlar bizimkiler kadar yürekli davranabiliyor mu?
Mesela, Ertuğrul Sağlam Valencia maçından sonra “Gereğini yaparım” diyor.
Şenol Güneş futbolun realitesini gözümüzün içine sokarak, beklentilerin hayal kırıklığına dönüşmesini önlemeye çalışıyor.
Abdullah Avcı mütevazı kadrosu ile neler yapılabileceğini kanıtlarken, kulüp Başkanı Göksel Gümüşdağ yarattığı istikrar abidesini gururla izleyebiliyor.
Aykut Kocaman camianın beklentileri karşısında dik durmaya ve alınacak ilk yenilginin başına nasıl bir iş açacağını kestirmeye çalışırken, “Fenerbahçe’ye yararlı olamayacağımı hissettiğim an görevi bırakırım” deme cesaretini gösteriyor.
Hepsi haddini de biliyor, sorumluluklarını da.
Bazıları ise emeğe saygı duymak bir yana, içine düştükleri durumdan utanmadan, rakipleriyle dalga geçmeyi işlerinin parçası sanıyor.
Tarih verilen sözleri not eder.
Peki ya vicdanlar, acımasızca yapılan infazları affeder mi?
Sahi, Yanal’dan memnun musunuz?Hani A Milli Takım dışındaki tüm organizasyonlardan Ersun Yanal sorumluydu?
Hani Yanal bir türlü yıldızı barışmadığı Hiddink’in takımına altyapı desteği sağlayacaktı?
Futbolun Genel Direktörlüğü işini gerçekten iyi yapıyor olsaydı, Hollandalı teknik adam A 2 diye bir takım kurma gereği hisseder miydi?
Görünen o ki Fuat Usta ile Erdal Keser’in inisiyatifi dışında A 2 takımının başına getirilmesi bile rahatsız etmemiş Yanal’ı.
İcat edilen makamına bağlı o kadar çok takım var ki!
Bir gün Amerika, bir gün Almanya, ver elini Rusya derken günler geçiyor işte!
Nasıl olsa hesap soran, karışan görüşen yok.
Bir yıldır parasını da tıkır tıkır alıyor.
Âlâsını nerede bulacak?
Bir kulüp takımında mı? Daha neler?
Lakin laf üretmekte üzerine yok hocanın.
Tam Saha dergisine geçen ay verdiği röportajda anlattıklarının yarısını hayata geçirebilse, Türk futbolu 2 yıl içinde kurtuluş savaşı başlatırdı.
İşin garip tarafı, bu tablodan ne federasyon yöneticileri rahatsız, ne Yanal’ı o göreve taşıyanlar.
Nasıl olsa Beylerbeyi kadrosuna ödenen milyonlarca lira ceplerinden çıkmıyor.
Hiddink’in maaşını tartışacağımıza asıl sorgulanması gerekenleri ıskalıyoruz ya...
Helal olsun hepimize!
Şah çekmeyi bilmek!Bir yerde işler iyi gitmeye görsün...
Tekere çomak sokmak, belden aşağı vurmak ve yakışıksız iddialarda bulunmak ülke coğrafyasında yaşayanların mayasında var maalesef!
Tıpkı Satranç Federasyonu’nda son günlerde yaşananlar gibi.
Suçlama oldukça ağır;
“Efendim federasyon 2012’de İstanbul’da yapılacak Dünya Satranç Olimpiyatı’nın ev sahipliğini kazanabilmek için delegelere rüşvet vermiş.”
Rüşvet dediğiniz ne?
2008 Dünya Şampiyonası sırasında Dresden’de Türk standı açılması, anahtarlık, şapka, rozet, tişört dağıtılması, İstanbul kentinin tanıtım filmi ve Türk gecesi gibi kalemlere harcama yapılması. Delegelerin yemeğe götürülmesi!
Bugünkü mali genel kurul öncesi federasyonun internet sitesinden bizzat ilan ettiği bu harcamaları “rüşvet” sınıfına sokmaya çalışanlar, bir dönem Başkan Ali Nihat Yazıcı ile kader birliği yapıp şimdilerde hançeri kınından çıkaranlardır aslında.
Varsa elinizde belge koyarsınız ortaya.
Kim ne yemiş, ne götürmüş kanıtlar, sonra da çıkar genel kurulda hesap sorarsınız.
Yaşananlar ne satranç gibi ayrıcalıklı bir camiaya yakışıyor, ne Türk sporuna.