Türk holiganlarının profiline bir bakın; Aralarında yüksek okul mezunu da var, zır cahili de.
Tanrıya inanını da var, ateisti de.
Alkol kullananı da var, adam dövmeden önce camiye gidip namaz kılanı da...
Fakat ortak yönleri tek;
Şiddet onların yaşam biçimi.
Peki nasıl önlenecek bu şiddet?
Kolayı var, eğitemediğin kafayı koparacaksın! Bizde böyle...
Futbol Federasyonu 1.5 yıl uğraştı. Çalmadığı kapı bırakmadı. Anlatmadığı bürokrat kalmadı.
Devlet Bakanı Faruk Özak diğer bakanları ikna etmek için adeta yalvardı.
Sonunda Başbakan devreye girip “Halledin şu işi” talimatını verdi de, nur topu gibi yasamızın doğum tarihi belli oldu.
Şimdi sanıyoruz ki, yasa çıkar çıkmaz Türk sporu pisliklerden kurtulacak.
Ertesi gün başka bir boyuta geçecek, taraftarı, yöneticisi, medyası, sporcusu ve hakemi ile tertemiz bir topluma dönüşeceğiz.
İnsanlar taş atmayacak, kötü söz söylemeyecek, kavga etmeyecek, el ele kol kola maç seyredecek!
Mümkün mü böyle bir şey?
Ailede, okulda, toplumda şiddeti özendiren, hatta bunu devlet eliyle gündemde tutan zihniyet değişmediği sürece, en radikal yasayı yapsanız ne fayda?
Diğer tarafta memleketimin gerçekleri var.
Beynimize kazınmış, iliklerimize işlemiş, yüzümüzü kızartan gerçekler...
Mesela, anası yemek yemeyen çocuğu dövüyorsa,
Yasalar kadına sahip çıkamıyor, kocası sokak ortasında onu öldürüyorsa,
Öğretmen dayakla eğitimi tercih ediyorsa,
Polis, hak arayan eylemciyi, öğrenciyi, sendikacıyı cop ve biber gazıyla doğduğuna pişman ediyorsa,
Ülkenin bakanı ve Valisi bu insanlık dışı muameleyi savunuyorsa,
Temsil ettiği camiaya örnek olması gereken bir kulüp başkanı hakem odasını basıp, ana avrat sövüyorsa,
İnsanlar inançları ve mezhepleri nedeniyle sorgulanıyorsa,
Gazeteciler savundukları fikirler yüzünden yıllardır demir parmaklıklar ardında tutuluyorsa,
Bir diğeri aynı gerekçeyle kurşunlara hedef olup yaşamını yitiriyorsa,
Ailesiyle birlikte içkili restorana giden çocuk polis tarafından fişleniyorsa,
Tüm bunları görmezden gelerek, yeni bir yasayla sporda barış ortamının sağlanacağını düşünmek fazla iyimserlik değil mi?
Galiba öyle...
Taraftar topluluğunun yüzde onunu geçmeyen holiganları kontrol edelim derken, çoğunluğun hak ve özgürlüklerinin kısıtlanmasına seyirci kalmamızın başka açıklaması olabilir mi?..
Kavganın yerini hoşgörünün, savaşın yerini barışın, adaletsizliğin yerini hakça paylaşımın almasını umut ettiğimiz 2011, gönlünüzce geçsin...
MHK Başkanı hakemini satar mı?
Fenerbahçe Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım geçen sezon MHK Başkanı Oğuz Sarvan’ın telefonlarına çıkmadığından şikayet ediyordu.
Anlaşılan o günler geride kaldı.
Bucaspor kupa maçının devre arasında hakem odasına inerek hakaretler yağdıran Yıldırım, hızını alamayıp ertesi gün Oğuz Sarvan’a da ulaşmış ve şikayetlerini dile getirmiş.
Olabilir. Hakemlerle ilgili bir sıkıntı varsa, her kulüp başkanı nezaket sınırları içinde bu tarz diyaloglara girebilir.
Ancak bu olayda bir fark var.
Yavuz hırsız ev sahibini bastırır misali.
Hakem hata yapabilir. İstemeyerek de olsa bir takımın canını yakabilir. Adaletsiz görünen kararları eleştirilebilir.
Eminim Aziz Yıldırım da bu yöndeki düşüncelerini Sarvan’a iletmiştir!
Hoş olmayan, iki insan arasında geçen ve özel olduğu düşünülen konuşmaların üçüncü kişilere yansıtılması.
Hatta içeriğinin değiştirilerek medyaya aktarılması.
Ben herhangi MHK Başkanı’nın bir kulüp başkanının karşısında ezile büzüle “haklısınız” diyeceğine, kaba tabirle “hakemini satacağına” olasılık vermiyorum.
Bu MHK Başkanı’nın adı, çoğu zaman eleştirdiğim Oğuz Sarvan bile olsa!
Çok daha çetin ve tansiyonu yüksek geçecek ikinci yarı öncesi MHK’nin bu tarz hedef saptırmalara karşı dikkatli ve tutarlı olması gerek.
Aylık toplantılar ya da devre arası eğitim seminerlerinde hakemlere yaptıkları uyarılar çoğu insanın umrunda değil.
Önemli olan, hakemlere yönelik negatif söylemlerin yoğunlaştığı kriz dönemlerinde, MHK Başkanının çıkıp kamuoyunu bilgilendirecek mesajları verebilmesi.
Gerekliyse hakemine sahip çıkması, değilse nasıl adalet dağıttığını kanıtlaması.
Bu kadarını bile yapacak cesaretleri yoksa...
Hem kendi sonlarını hazırlarlar, hem de onları o görevde tutabilmek için koltuğunu riske atan federasyon başkanını yakarlar.
Korkarım gidişat da bunu gösteriyor.
Çocuk büro amirliği!
İnsanı futboldan soğutan o utanç verici olayların ardından medyada yer alan en çarpıcı fotoğraf hangisiydi dersiniz?
Fenerbahçe’nin U 17 takımı oyuncularının acımasızca dövülmesi mi?
Ezeli rakipleri Galatasaraylı futbolcuların onları kurtarma çabası mı?
Yoksa bir magandanın gencecik futbolcuya attığı uçan tekme mi?
Sizi bilemem...
Beni en çok etkileyen kare, apar topar Bakırköy İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne götürülen Fenerbahçeli oyuncuların, yaşadıkları dehşetten kurtulamadan cep telefonları ile yakınlarını arayıp “biz iyiyiz” mesajı ilettikleri an...
Karakoldaki tabelaya dikkatinizi çekerim.
“Çocuk Büro Amirliği...”
En büyüğünün yaşı 17.
Yani... Onlar hâlâ çocuk.
Ailelerinin gözünde de, devlet katında da, yasalar nezdinde de çocuk!
Bir çocuğun spor yaparken yaşayacağı en ağır travma ne ise, travmanın kralı bu.
Ya bu çocuklara acımasızca saldırıp, ağızlarından salyalar akıtarak öldüresiye dövme hissi taşıyanlar?
Ne denir bu gözü dönmüşlere?
Tek kelime ile Çapulcu!
Toplumun yüz karaları hak ettikleri cezayı alacaklar mı diye sorarken bir baktık ki, tekrar aramıza döndüler.
Bir kez daha yaptıkları yanlarına kâr kalarak hem de!
Benim merak ettiğim konu şu;
Florya Metin Oktay tesislerinde yaşanan bu olaydan sonra Galatasaray yönetiminin ev sahibi sıfatıyla Fenerbahçe Kulübü’nden özür dilemek yerine, niçin sadece üzüntülerini ilettiği...
O görüntüleri izleyen herkes üzüldü.
Lakin, failleri organize çete mensubu yapan sarı-kırmızılı kulübün sorumluluğu ve üzerine düşen görev, üzülmekten daha fazlası olmalıydı!