Yabancı futbolcu sayısıyla ilgili tartışma iyice sulandı.
Her kafadan bir ses, her yönetici ve teknik adamdan farklı yaklaşımlar okuyoruz.
Medyamız da çok meraklı gündem yaratmaya.
Kural değişir mi, sayı azalır mı, yoksa tamamen mi serbest bırakılır sorularına, bugünden yanıt vermek mümkün değil.
Çünkü ortada bir gerçek var. Şu an Süper Lig’de 18 kulübe tescilli 245 yabancı oyuncu mevcut.
Bunların sadece yüzde 25’nin, (49 kişi) sözleşmesi 2018 yılında bitiyor. Bir bölümü de kiralık oynuyor. Diğerlerine 2020’ye değin uzayan kontratlar yapılmış. Söylemeye gerek yok, ciddi rakamlar ile çoğunluğu.
Bu tabloda Futbol Federasyonu veya Kulüpler Birliği Vakfı kalkıp da, gelecek sezondan itibaren sayı şu kadar düşecek diyebilir mi? Diyemez.
Varsayalım dedi. Elinde kapı gibi sözleşmesi olan oyuncuları ne yapacaksınız? Ödemeyi vaat ettiğiniz ücretler ne olacak? Emeklilik dönemlerinde vergisiz milyonlarca euroyu cebe atanlar, siz istediniz diye bırakıp gidecek mi küçük bir serveti?
Yoksa kendi kazdıkları kuyuya yuvarlanan kulüplere bir darbe de siz mi vuracaksınız?
Üç yıl sonra
Lafı gevelemeye gerek yok. Bu kural kısa vadede değişemez!
Varsa böyle niyetiniz, oturur kademeli bir indirim planlarsınız. Üç sezon sonra da kontenjanı makul bir sayıya düşürürsünüz.
Hatta kaliteyi artırmak adına, İngiltere’deki gibi belirli kriterler koyar, menajerlerin tuzağına düşen ve batma noktasına gelen kulüplere de fayda sağlamış olursunuz. Örneğin; yaş, milli olma sayısı şartlarını getirir ve liglerimizin yabancı çöplüğüne dönmesini de bir ölçüde engellersiniz.
İki yıl önce bu kural açıklandığında ayakta alkışlayan ve altına imza atanların şimdi şikayet etme hakları yok.
A milli takımın Ukrayna yenilgisinden sonra yabancı sayının fazlalığına işaret edip futbolcu seçememekten yakınan Mircea Lucescu’nun ise hiç yok! Kulüp çalıştırırken farklı, ulusal takımın başına gelince başka dilden konuşmak, ya Türkiye’ye gelmeden önce dersini iyi çalışmadığını gösterir, ya da acizliğini.
Bundan üç ay önce durum farklı mıydı? Yabancı kuralının mimarı Fatih Terim nereden seçiyordu kadroyu? Romen teknik adamın bir sıkıntısı varsa, gitsin selefine anlatsın derdini! Makul bir yanıt alabilir belki de...
Alt yapı masallarına da artık kimse inanmıyor. Kulüplerin iki hedefi var. Güçlüler şampiyon olmak, diğerleri kümede kalıp yarışa devam etmek istiyor. Bugün battık, bittik diyen yöneticilere sormak lazım. Son on senede kaç alt yapı oyuncusunu kazandırabildiniz takımlarınıza? Kaç genci yetiştirip ülke sınırları dışına yolladınız ve artı değer sağladınız?
Ellere var da bize yok mu?
Geçen sezon 6, bu sezon toplam 47 dakika Trabzonspor forması giydi Abdülkadir Ömür.
Ersun Yanal, Gençlerbirliği maçının ikinci yarısında genç oyuncuya şans verirken, onun maçın kaderini etkileyeceğini ve galibiyete katkı sağlayacağını düşündü mü bilemiyoruz. Takımı geride iken bir golcü yerine Abdülkadir’i tercih etmesi riskti, Yanal cesaret etti, kumarı kazandı.
Kazanan sadece Yanal mı oldu? Elbette hayır. Trabzonspor ve Türk futbolu da Abdülkadir isimli bir yeteneği keşfetti!
Peki ya Abdülkadir?.. Elindeki kıymeti ancak anlayan yöneticiler, genç oyuncunun aylık 4 bin lira olan maaşını yıllık 250 bin liraya çıkardı!
Tıpkı geçen sezon Yusuf Yazıcı’nın yıldızı parladığı günlerdeki gibi. O zaman da Yusuf’a apar topar zam yapılmış, sözleşmesi 5 yıl uzatılmıştı.
Bunlar genç çocuklar. Trabzon’un bereketli topraklarından fışkırmış öz evlatları. Ne versen kabul eder, kazandıklarına şükrederler.
Ancak biraz insaflı, azıcık eli açık olmak lazım.
Vasat bir yabancı oyuncunun milyon eurolar aldığı bir kadroda kendi değerlerini hoş tutmak, onları önemsemek, sadece güzel sözlerle ve sırt sıvazlamakla olmuyor.
Biz de Q7’yi infaz ederdik!
Beşiktaş’ın tarihi Porto zaferiyle deli gibi sevindik çarşamba gecesi.
Bir deli (!) daha vardı maçtan sonra bizim gibi hisseden!
Geçen sezon siyah-beyazlı formayı giyen, ardından Porto’ya dönen Vincent Aboubakar’dan söz ediyoruz.
Cezası yüzünden bu maçta oynamayan Aboubakar’ın Beşiktaş soyunma odasında Babel ile çektirdiği fotoğrafı hatırlayın. Porto mağlup olmasına karşın eski takım arkadaşlarının yanına gitmesi ve onları kutlaması çoğumuzun garibine gitmişti.
Düşünsenize, Porto, Beşiktaş’ı yenmiş, Quaresma da eski takımının soyunma odasına seyirtip, sevinçlerine ortak olmuş.
Başta biz medya, sonra meşhur sosyal medya ne yapardık Portekizli oyuncuya?
İnfaz ederdik. İhanetle suçlardık. Yerden yere vururduk. İnönü’de çıktığı ilk maçta “Go home” diye ortalığı yıkardık.
Tıpkı Porto’luların Aboubakar’a yaptığı gibi. O şimdi istenmeyen adam. Fanatizm, dünyanın her yerinde hoşgörü ve insani duyguların önüne geçiyor.
Hani Şenol Güneş “Futbol kültürümüz de genel kültürümüz gibi zayıf” diye şikayet ediyor ya...
Yok aslında birbirimizden farkımız. Ha Portekiz, ha Türkiye. Aynı dili konuşuyoruz aslında!
Babel ‘e katılıyorum. Eleştiriler sonrası noktayı tam yerine koymuş; “Çok aptalca...”