Mersin’in havasından mıdır yoksa suyundan mı, futbolu çok sever oldu siyasetçileri. Belki de sandığa giden en sağlam yolun yeşil sahalardan geçtiğini keşfetti beyler!
Yıllar önce sahnede AKP hükümetinin bakanlarından Kürşat Tüzmen vardı.
Renkli kişiliği ve söylemleriyle medyada her daim kendine yer bulan Tüzmen, 2008 yılında seçim bölgesi Mersin’e müthiş bir jest yapmıştı.
Tüzmen bakanlık makamında Mersin İdman Yurdu’na transfer olan iki futbolcu için imza töreni düzenleyip dikkatleri üzerine çekmekle kalmamış, şöyle bir de kehanette bulunmuştu; “Mersin İdman Yurdu öyle veya böyle şampiyon olacak!”
Allahı var tuttu sözünü. Bakanlık koltuğunu devretmeden önce takımının Süper Lige çıkışını gördü!
Halefi Zafer Çağlayan boş durur mu?
Son genel seçimlerde Mersin’den milletvekili adayı olan ardından, 6 Temmuz 2011’de hükümetin Ekonomi Bakanlığına getirilen Çağlayan’ın futbol arenasındaki ilk resmi icraatı süper lige yükselen Mersin İdman Yurdu’na kupasını vermek oldu.
Geçen sezon başında Bursaspor maçı öncesi sahaya inen Bakan, çok kimsenin yadırgamadığı ancak siyaset-futbol ilişkisinin geldiği noktayı anlatan bir şova imza attı.
Sayın Çağlayan hız kesmek bir yana dursun, bu kez de bir transfer hikayesinin kahramanı idi.
Boynunda Mersin İdman Yurdu atkısı, yanı başında Galatasaray’dan kiralanan Culio ile geçti kameraların karşısına.
İlk teşekkür kulüp başkanı Ali Kahramanlı’dan geldi; “Önemli bir transferi gerçekleştiren sayın Bakanıma teşekkür ediyorum. Culio’nun transferi için hakikâten çok mücadele etti. Tamamen Sayın Bakanımızın yaptığı bu transfer Mersin’imize ve taraftarımıza hediyesidir...”
Hadi canım demeyin. Bakın Sayın Bakan nasıl doğruluyor kendisini ve neler söylüyor bir başka transfer hakkında:
“Sağ olsun Ünal Aysal başkanımıza rica ettim. Bugün Culio, Mersin’e geldi. Bekleyin bakalım önümüzdeki haftalarda belki bir sürprizim daha olabilir. Fenerbahçeli Özer Hurmacı için gerekli görüşmeleri yaptık. Özer’e ağabey tavsiyesinde bulundum. Aziz Yıldırım ve Abdullah Kiğılı ile gerekli görüşmeleri yaptık. Transfer henüz gerçekleşmedi. Sanıyorum başka beklentileri var. Gelmez ise Mersin İdman Yurdu değil, Özer kaybeder. Böyle bir takıma seve seve canımızı veririz.”
Vay vay vay. Bakanımız bir kulüp yöneticisi gibi çalışmakla kalmıyor, transfer teklifine sıcak bakmayan oyuncuya inceden bir de uyarıda bulunuyor.
Çok şükür bu günleri de yaşadık ya!..
Siyasetçilerin seçim bölgelerine gidip halkına yakın olması, o kentin sorunlarına eğilmesi, hizmet götürmesi doğal.
Bu arada yadsınamaz biçimde futbola da ilgi duyabilirsiniz. Ama bu ülkede herkesin, her takım taraftarının Bakanı olarak görev yapıyorsanız, bu kadar ön plana çıkmanın nasıl bir rahatsızlık yaratacağını hesaplamak durumundasınız.
Güzel Türkiye’mde özellikle son 5 yıldır siyasetçilerin futbol üzerinden verdiği mesajları almaya ve gereğini yerine getirmeye hazır o kadar çok insan var ki!..
“Amaan sen de. Memleketin onca sıkıntısı çözüm beklerken bir transfere mi taktın kafayı?” diyenler çıkabilir elbette.
İşte bizim derdimiz de tam bu!
İnsanlar partisi ne olursa olsun seçilmiş siyasetçilerden eşit hizmet, aynı oranda yakınlık ve tarafsızlık beklerken, toplumu keskin bir bıçak gibi ayıran futbol fanatizminin daha derin duygulara süreklenmesine katkı sağlamak niye?..
Hayırlı olsun, bir sezon daha başladı. Bakalım daha neler göreceğiz?..
İki portre; Çakır ve Baytar
Engin Baytar’ın hakem Cüneyt Çakır’ın yakasına yapıştığı o fotoğraf karesine dikkatlice baktınız mı?
Gözlerinde kin, yüz ifadesinde tanımlanamaz bir öfke var. Hakemin formasını kavrayan eli araya girenler olmasa, yumruğa dönüşecek. Dudaklarının arasından hangi cümlelerin döküldüğünü ise bir kendisi, bir de Çakır bilir.
Ya Çakır ne yapıyor? Onca itiş kakış arasında soğukkanlı kalarak sağlam bir duruş göstermeye çalışıyor.
Çıkarın o karedeki diğer tüm oyuncuları, bırakın bir an için Engin ile hakemi başbaşa!
Daha ne yapabilirdi Engin?.. Belki formayı parçalar, bir adım ileri gidip Çakır’ı itip düşürebilirdi!
Peki FİFA kokartlı hakem?. Böyle bir saldırı karşısında nasıl tepki gösterebilirdi?..
Kendini korumak adına olay yerinden ayrılmaya çalışır veya yatıştırıcı bir kaç cümle kurmayı deneyebilirdi.
Ama asla Engin Baytar’a aynı yöntemle direnemezdi. Küfüre ve fiziki müdahaleye benzer biçimde karşılık veremezdi.
Vermeye kalksa, başta medya olmak üzere cümle alem Çakır’ın boynuna yağlı urganı geçirir, altındaki tabureyi tekmeleme yarışına girerdi.
Niçin?.. Hakem kendini savunmaya kalktı ya!..
Ne Futbol Federasyonu, ne MHK durabilirdi Çakır’ın arkasında. Önce uzun bir süre dinlendirilir, hafızalar bulanıklaşmaya başlayınca, şansı yaver giderse “saldırgan hakem” damgası ile devam ederdi düdük çalmaya.
Bizde böyle... Futbolcuya her şey serbest, hakeme her koşulda sükunet! Çünkü onlar savunmasız, çünkü onlar oyunun en değersiz unsurları bu coğrafyada.
Engin’e gelirsek. Ne olacak bundan sonra? 11 maçlık cezası bitince belki Galatasaray’da, belki bir başka takımda sahalara dönecek.
Futboldan uzak kalacağı süreyi “Ben nasıl bu hale geldim? diye düşünüp psikolojik destek alarak değerlendirebilirse ne âlâ.
Tabii şu soruların yanıtlarını dürüstçe vermeyi deneyerek:
“O maç öncesi konumuma dönebilecek güce sahip miyim?”
“Bana her koşulda sahip çıkan Terim’e kendimi affettirebilir miyim?”
“Galatasaray’daki performansım ile beni defterden silen Abdullah Avcı’ya bile geri adım attırmışken, o formayı bir daha bulabilir miyim?”
“Geleceğimi şekillendirme fırsatımı bir anlık öfkeyle kaybetmenin bedelini ödeyebillir miyim?”
En kolayı Engin’i bir kalemde silip atmak. Nicesi böyle kayboldu gitti. Bu olay Engin için de, onun agresifliğine özenenler için de tarihi bir ders olmalı. Olmalı ki, Türk futbolu benzer rezaletlerle dünyanın diline düşmesin!..