Geçen hafta Trabzonspor Teknik Direktörü Şenol Güneş ile birlikte Güney Kore’de idik. Seul’de deneyimli teknik adama gösterilen sevgi müthişti.
Havaalanında, tren istasyonunda, sokakta, statta, otelde onu tanıyan herkes ya fotoğraf çektirmek, ya imza almak veya hatırını sormak için sıraya girmişti.
Duygu patlamasının yaşandığı yer ise Seul Olimpiyat Stadı oldu.
Eski takımı F.C. Seul ile İncheon United arasındaki lig maçına davet edilen Güneş’i on binlerce taraftar ayakta alkışladı. O da bu sevgi gösterisine duyarsız kalmadı. Tüm tribünleri dolaştı, sevenlerini selamladı, kimi zaman gözyaşlarını engellemeye çalıştı.
Güneş’in Güney Kore’de nasıl bir iz bıraktığını anlamak için bu tabloyu yaşamak yeterdi.
Bizi asıl etkileyen, maç bitiminde tanık olduklarımızdı. Futbol biraz ağır oynansa da kıran kırana mücadele vardı sahada. 7 sarı kart çıktı. Seul 3-1 kazandı.
Sonrası mı? İki takım ve hakem üçlüsü tekrar saha ortasında sıraya dizildi. İncheon’lu futbolcular tıpkı seremonide olduğu gibi önce hakemlerin, sonra rakip takım oyuncularının elini sıktı.
Seul takımı futbolcuları kale arkasında oturan İncheon takımı taraftarının bulunduğu bölüme gitti, yere kadar eğilerek selamladı. Aynı anda konuk ekip de Seul seyircisinin bulunduğu bölümdeydi. Onlar da taraftara saygısını gösterdi.
Sonrasında, tüm oyuncular soyunma odasının yolunu tuttu.
Bize eşlik eden Koreli arkadaşımıza biraz şaşkın, biraz kıskançlıkla sorduk: “Bu maça özel bir gösteri mi?” Yüzümüze baktı ve yanıtladı: “Hayır. Güney Kore’de her maçtan sonra iki takım oyuncuları rakip taraftarı selamlar. Burada gelenektir.” Rakibe saygı, rakip taraftara saygı, hakeme saygı... Ve futbola saygı.
Futbola saygı deyince aklımıza geldi.
Geçen sezon tıpkı Türkiye’de olduğu gibi Güney Kore’de de bir şike skandalı patlamıştı.
15 maçta şike yaptıkları iddiasıyla aralarında futbolcular, teknik adamlar, bahis şirketi yetkilileri ve mafya üyelerinin de bulunan 57 kişi hakkında dava açılmış, suçlu bulunan tüm futbolcular ömür boyu men cezası almıştı.
Lee Kyung-Hwan bu oyunculardan biriydi.
Lee, Nisan ayında şike skandalının ardından intihar eden üçüncü kişiydi. Skandala karışan ve 2 yıl tecilli hapis cezasına çarptırılan eski teknik direktör Lee Soo-Cheol ise evinde ölü bulunmuştu. Sorgulanan Jeong Jong-Kwan adlı futbolcu da geçen mayıs ayında intihar etmişti. Gerekçesi mi? Üçü de ölümü, onursuz bir yaşama yeğlemişti! Koreli dostlarımız şike skandalından sonra taraftarın futboldan soğuduğunu, maçlara gitmez olduğunu, oyuna ilgi ve sempatinin büyük ölçüde azaldığını anlattı.
Ardından tabloyu netleştirebilmek için tribünleri işaret etti: “Geçen sezon bu statta maç oynandığında en az 50 bin kişi olurdu. Bugün yarısı bile yok. Onların da çoğu Şenol Güneş’i görmek için geldi”.
Güzel anılar ve unutulmayacak arkadaşlıkları hafızamıza kazıyarak Türkiye’ye döndük.
Herşey bıraktığımız gibiydi! Ancak son bir kaç günde sorunlar daha da büyümüş, çözümsüzlük ve kaos yaşamımızın ayrılmaz parçası olmayı sürdürmüştü.
İşte çok sevdiğimiz ve özlediğimiz ülkemizdeydik.
Futbol adına tek bir olumlu cümle kurulamayan...
Geleceğe dönük umutları bulunmayan...
Geçmişin hatalarıyla hesaplaşmak yerine başkalarını da aynı bataklığa çekmeye çalışan...
Yüzsüzlüğün, tahammülsüzlüğün, sevgisizliğin, egoların tavan yaptığı ülkemizdeydik.
Şenol hoca yüzünün hep güldüğü bir Seul gününde şöyle demişti: “Aynı güzellikleri Türkiye’de yaşabilmeliyiz. Çünkü bizim de her şeyimiz var orada”.
Doğru söylüyorsun hocam da, kendi değerlerine ve topluma saygısı bulunmayan insanlarla nasıl olacak bu iş?..
Tehlikenin farkında mısınız? (2)
Aylardır şikeyle yatıp kalkıyoruz. Sanki başka derdimiz yokmuş gibi.
Ama asıl tehlikenin boyutlarını görmek için fazla zaman yok.
UEFA, Kulüp Lisans Kriterlerine uymayan kulüpler için dişini göstermeye başladı.
Kriter denince akla ilk gelen mali sorumluluk. Uygulanacak yaptırımlar da belli. Şimdiden Gaziantepspor, Bursaspor ve Beşiktaş topun ağzında.
UEFA’da af söz konusu değil. Kulüplerin de kriterleri yerine getirmeme gibi bir lüksü tabii! 2012-13 sezonundan itibaren çok kulübün canının yanacağı aşikar.
Çünkü onlar o kadar duyarsız, umursamaz ve hazırlıksız ki! Şikeden arınmaya çalışan Türk futbolu için daha büyük bir kaos kapıda.
İşte birkaç örnek; - SGK’ya ve devlete vergi borcu olan kulüplere transfer yasağı.
- Şahıslara ve kulüplere vadesi geçmiş borçlarını ödemeyenlere transfer yasağı.
- Geleceğe dönük mali sorumluluğunu aksatan kulüplere transfer yasağı.
- Sonrasında her defasında üç puan silme cezası.
Hukuki, sportif, personel, alt yapı ihlaline verilecek cezalar cabası! Yumurta kapıya gelinceye dek erteler, “Nasıl olsa bir şekille kırar sarar, hal yoluna girer” deriz.
Az kaldı. Gelecek sezon yeni bir çadır tiyatrosu, yeni aktörler ve sorunlarla yüzleşmek üzere! (Yukarıdaki yazı 3 Mart 2012 tarihinde bu sütunlarda yayımlandı.) HHH 3 ay sonra korktuğumuz değil, beklediğimiz başımıza geldi. Sırada şike ve teşvik var.
UEFA’nın Türkiye ve takımlarına bakış açısını sanırım anladık! 11 aydır yaşadığımız, üzerini örtmeye çalıştığımız, kendi yöntemlerimizle çözüm bulduğumuzu sandığımız ne varsa, çok kısa bir süre sonra hepsiyle yüzleşmek durumunda kalacağız.
Üç takımın men cezası alması deprem değil, öncü sarsıntı. Asıl büyük deprem yolda.
Yaşayacağımızı bile bile ne artçıya, ne depreme hazırlık yaptık. Umarız bu kez yıkım çok büyük olmaz da, yaralarımızı sarıp gerekli dersleri çıkararak özlediğimiz temiz futbola dört elle sarılırız.