Spor alanlarındaki şiddetin sadece yasaklar ile önlenemeyeceğini anlamamız ne kadar sürecek, kestirmek mümkün değil.
Kaba kuvvetin, güçlünün güçsüze hakimiyetinin, insanları küçümsemenin, onları değersizleştirmenin yaşam şekli olduğu toplumlarda, elbette spor alanları da çirkinlikten nasibini alır.
Kavga, şiddet, orantısız güç ve küfür gibi baş eğdirme yöntemlerinin çıkış noktasını doğru tespit edemez, önlem alırken tarafsız davranamaz isek, yasa, yaptırım ve yasaklar doğal olarak sözde kalır.
Geçen hafta başlayan futbol ligi öncesi şiddete çözüm olarak yeni bir uygulama sunuldu: Spor savcıları.
Aslına bakarsanız, 6222 sayılı yasa kapsamında şiddet ve düzensizliğin önlenmesine katkı sağlayacağı düşünülen spor savcılığı mantığı yanlış değil.
Hızlı ve adil bir yargılama sonunda öngörülen cezaların derhal yürürlüğe girmesi caydırıcı bir unsur olarak değerlendirilebilir. Tabii, sistemin sağlıklı işleyebilmesi ve sonuç alınabilmesi için de gerekli alt yapının oluşturulması şartı ile!
Lakin bırakın fiziki koşulları, spor savcılarının yetki ve sorumluluk tanımında bile ciddi eksikler mevcut. Mesela “gezi eylemlerine” destek veren protestolar. Ya da milli takım kaptanlığına kadar yükselmiş bir futbolcunun Mısır’da darbe karşıtı direnişin sembol işaretini yapması. Veya hangi eylem ve söylemin ırkçılık kapsamına girdiği...
Buyrun bakalım, kime göre bunlar demokratik bir hak ve eylem, ya da suç!
Bir başka örnek başkentten. Ankara’da Cumhuriyet Başsavcısı geçen ay sözlü olarak bir savcıyı bu işle görevlendirmiş. Yazılı bir talimat yok. Sayın savcının esas konusu yankesicilik ve dolandırıcılık ile ilgili davalar. Önünde belki de yüzlerce, binlerce dosya var. Tüm bunların üzerine sporu da ekleyin, işte size yeni bir karmaşa ve sorun yumağı.
Alt yapı önemli derken, işaret ettiğimiz nokta bu. Çok iyimser olmayalım. Türkiye’nin genelinde ciddi bir hakim, savcı sıkıntısı yaşanırken, mevcut kadrolara yeni bir iş yüklemenin sorunu çözmekten çok, mevcut durumu zorlaştıracağı aşikar.
Spor Bakanlığı ile Adalet Bakanlığı arasında koordineli bir çalışma yapılabilmesi için Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun spor ihtisas mahkemeleri ve çalışma alanı sadece spor suçları olan yeni kadrolar oluşturması kaçınılmaz bir zorunluluk gibi görünüyor.
Hâl böyle iken adı konan, ancak yetkileri net bir şekilde çizilmemiş “spor savcılarından” medet ummak ve şiddete çözüm olarak sunmak ne kadar gerçekçidir, asıl üzerinde kafa yorulması gereken konu budur!
Avcı’dan ders çıkarmak
Bir kez daha görüldü ki, futbol-siyaset ilişkisinde dayatmalar kimseye fayda sağlamıyor ve uzun vadeli başarılar getirmiyor.
İşte Abdullah Avcı örneği. Avcı’nın A Milli Takım Teknik Direktörlüğüne getirilmesi, ekibinin oluşturulması ve hatta alacağı ücretin belirlenmesinde bile dış faktörlerin devreye girdiğini bilmeyen yok.
Bilgi birikimi, deneyim, tescillenmiş başarılar ikinci plana itilince, neler yaşandığı, hangi fırsatların kaçtığı gün gibi ortaya çıkıyor.
Sonuç? Ay-yıldızlı ekip tarihinin en kötü dönemlerinden birine imza atarken, baş sorumlu Abdullah Avcı arkasındaki her türlü desteğe rağmen geç de olsa doğru kararı vererek istifa ediyor.
Şunu aklımızdan çıkarmayalım. Futbolun kendi dinamikleri içinde yolunu bulması ve rotasını çizmesi, her anlamda en sağlıklı yöntemdir.
Buna direnmek ise beyhude çabadır. Gün gelir gerçekler karşınıza dikilir. Ya da siz onu bulursunuz. Hele, koskoca Türkiye’de futbol milli takımlar sorumluluğu için üç kişinin adı geçiyorsa, aradığınıza elinizin altında imiş gibi çok daha kolay ulaşırsınız.
Fener tribünü mü, medya mı?
Tribünün sesi, medyadaki “futbol” yorumcularından daima daha gür çıkar ve daha mantıklıdır.
Arsenal maçından sonra bazı yorumcular Fenerbahçe Başkanı’na, Ersun Yanal’ın bavulunu toplaması gerektiği mesajını verirken, sarı-lacivertli taraftarın yenilgide, Emre ve Meireles gibi futbolcuları da sorumlu tutması, yönetimi eleştirmesi bu yüzden anlamlıdır!
Ortada bir başarısızlık olduğu kesin. Sistem, futbolcu tercihi, oyuna müdahale gibi unsurlar teknik direktörün sorumluluğunda. Günahı da sevabı da onun.
Ama ortada sırıtan bir başka gerçek daha var. Yanal’a tavırlı imiş gibi davranan, varlığından rahatsızlık duyduğunu her fırsatta dile getiren, hisleri ile işini karıştıranların hiç mi sorumluluğu yok bu olumsuz tabloda?
Belki de insanlar nasıl olsa “Yanal yolcu, diğerleri hancı” gözüyle bakıyorlar Fenerbahçe’de yaşananlara!
Bu çabalarını sakınmayanlar belli. Hoca getirip götürmek onların uzmanlık alanı. Ancak dikkat edin, tribünler artık uyandı. Sadece takımda olup bitenlerin değil, ülke gerçeklerinin de farkında. Bir hesap kesilecekse, medyanın değil, onların söylemleri önemli artık!