Cemal Ersen

Cemal Ersen

cersen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Akyazı Stadı’nın açılışında Şenol Güneş’i işaret ederek şöyle demişti: “Marifet iltifata tabidir. Biz bu ülkede emeği olanları, taş üzerine taş koyanları ödüllendirmeyi bilen bir milletiz”
Sadece Akyazı Spor Kompleksi’nin değil, yeni stadın da adının Şenol Güneş olduğunu bizzat Erdoğan açıklamıştı.
Peki, Cumhurbaşkanı niçin “marifet iltifata tabidir” demişti?
Yıllarca hizmet ettiği A Milli Takım’a, teknik direktör olarak dünya üçüncülüğü kazandırmasının yanı sıra, ülke futboluna katkısı ve onu Şenol Güneş yapan değerleri taşımasıydı kuşkusuz.
Karar bazılarının hoşuna gitmemiş, Trabzon’un öz evladı Güneş’e, geçmişteki husumetlerini bahane ederek tepki duyanlar çıkmış olabilir.
Racon kesildiğine göre, dileyen istediği gibi konuşmaya devam edebilir!
Gelelim Sayın Erdoğan’ın “Biz bu ülkede emeği olanları, taş üzerine taş koyanları ödüllendirmeyi bilen bir milletiz” sözlerine...
Keşke Cumhurbaşkanı’nın vurgu yaptığı gibi olsa idi her şey!
Takdir yerine ceza
Örneğin, eski Bisiklet Federasyonu Başkanı Emin Müftüoğlu’nun başına gelenler. Tam 12 yıl boyunca Türk bisikletinin uluslararası platformda çağ atlaması için mücadele eden, Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu’nu dünyanın en üst organizasyonları arasına sokan (ki, karar 15 Temmuz darbe girişimi sonrasıdır), 2020 yılında yapılacak Dünya Dağ Bisikleti Şampiyonası’nı Türkiye’ye aldıran, 2017 Avrupa Dağ Bisikleti Şampiyonası’nın ülkemizde yapılmasını sağlayan, Dünya Bisiklet Federasyonu Yönetim Kurulu üyeliğine kadar yükselen, Avrupa kongresinde liyakat madalyasına lâyık görülen ve geçen hafta sonu Balkan Bisiklet Birliği’nin “onursal başkanlığına” seçilen Müftüoğlu, bunca emek ve hizmete karşılık maalesef “iltifata tabi” olamadı!
Olimpiyat sonrası başlayan federasyon seçimleri sürecinde, siyasi dayatmalar, kişisel hesaplaşmalar ve malum diretmeler, Müftüoğlu’na takdir yerine, ceza olarak geri döndü.
Ehliyet, liyakat!
Bugün artık net biçimde görüyoruz, spor federasyonlarında “özerk seçim” söylemi lafta kalmış. İş o kadar çığırından çıkmış ki, ehliyet, liyakat ve sadakat gibi değerlerin anlamı yok. Ben istedim oldu anlayışının, Türk sporunu nerelere sürüklediğini kavramak için daha ne kadar beklenecek, bilmiyoruz.
Bunları Bisiklet Federasyonu özelinde söylemiyoruz. Önce “çekil” denen Güreş Federasyonu Başkanı Musa Aydın’ın, son dakikada nasıl tekrar aday olup seçildiği hafızalarda! Halter federasyonu seçimlerinde şampiyonların dolaptaki eşofmanlarını neden çıkaramadığı da, hakeza!
Hemen, şimdi on tane örnek vermek mümkün! Ama ne yarar?..
Artık birileri “başarı” kriterlerini açıklarsa, kimlerin “iltifata tabi” olduğunu daha net biçimde algılayabilir insanlar!

Haberin Devamı

Ahh Burak Ah!..

Haberin Devamı

Burak Yılmaz’ın golleriyle Trabzonspor’u sırtladığı 2011-12 sezonuydu. Ligin dördüncü haftasında Trabzonspor evinde Karabükspor’u 3-1 yenmiş, futbolculara bir gün izin verilmişti. Ertesi sabah biz Ankara’ya, üç golle maçın kahramanı olan Burak, İstanbul’a dönmek üzere Trabzon havaalanında idik.
CIP salonunda karşılaştık. Uçakların kalkmasına zaman vardı. Selamlaştık, oturup sohbet ettik. Öyle ayak üstü filan değil. Yarım saate yakın, ne sorduysak samimiyetle yanıt verdi. Umut Bulut’tan Arda Turan’a, şampiyonluk hedefinden hocası Şenol Güneş’e değin, dolu dolu bir konuşma oldu. En çarpıcı konu, Fenerbahçe ve Trabzonspor kulüpleri arasında önceki sezon başlayan gerilimdi.
Burak aynen şöyle demişti: “Kafama en çok takılan Fenerbahçe ile oynayacağımız maçlar. Ortam öyle gerildi ki, bu maçlarda olay çıkmama ihtimali çok az. Aklımdan geçen şu; iki maç da tarafsız sahada oynansın. İzmir, Ankara, ne bileyim? Büyüklerimiz uygun görürse, bu yöntem ile olayların önüne geçilebilir.”
Açık söyleyeyim, hoşuma gitmişti Burak’ın sağduyulu yaklaşımı.
Ankara’ya dönünce, klavyenin başına geçip yazdım haberi. Milliyet sporun manşeti, “Tarafsız öneri” olmuştu.
Burak’ın ertesi gün yerel medyaya yaptığı açıklama ise, “yalanlama”!..
Trabzon cephesinden gelen tepkiler üzerine, maçın tarafsız sahada oynanması ile ilgili sözlerin kendisine ait olmadığını söylemişti!
Kim bilir, belki bu diyaloğu bile hatırlamıyordur, sorsanız!
Bunca yıl sonra konuyu neden mi açtım?
Bir süredir gündem yine Burak Yılmaz. İstanbul’da bir Belediye otobüsü şoförü ile yaşadığı kavga. Görüntüler ortaya çıkmadan önce olay sorulduğunda, ilgisi olmadığını iddia etmiş, video sosyal medyada dolaşmaya başladığında ise “tartışmayı” doğrulamak zorunda kalmıştı.
O gün Burak ile havaalanında sohbet ederken, elimizde kamera veya teyp yoktu. Sadece vicdanımızın sesi ve Milliyet okulunda öğrendiğimiz, meslek ilkelerine bağlı kalmanın ahlâki sorumluluğu vardı!

Haberin Devamı

Hasan’ı yalnız bırakmayalım

Yaşam savaşı veren 20 yaşındaki bir genç ve çaresiz ailesine ses olabilmek için yazıldı bu satırlar.
Çok sevdiğim bir arkadaşımın üniversite öğrencisi kızı Eylül’ün, çağrısına duyarsız kalmak mümkün değildi.
İzmir Aliağa’da, 8 ay önce harçlığını çıkarmak için sigortasız çalışırken geçirdiği iş kazası sonrası bitkisel hayata giren Hasan’ı yaşama döndürmek için harekete geçmiş arkadaşları. Tedavi masrafları ailenin imkanlarını aşmış. Tek umut Almanya’daki bir sağlık merkezi imiş. İş kazalarında yaşamını yitiren ya da yatağa mahkum kalan yüzlerce insan var ülkede. (El Salvador ve Cezayir’den sonra dünya üçüncülüğü bizde) İşte onlardan biri de Hasan kardeşimiz. Ailesi uzanacak yardım elini bekliyor. O eli uzatmak, yakınları ile iletişime geçmek isteyenler benimle irtibat kurabilir.