Türkiye Futbol Direktörü Fatih Terim’in “Messi bizde olsa cüce derdik” ifadelerini özellikle seçtiğinden kuşkum yok.
Terim spor medyasını o kadar güzel analiz etmiş ki, önce manşeti verdi, sonra Türk futbolunun A’dan Z’ye tüm sorunlarına “Direktör” apoleti ile balıklama daldı.
Hocanın yaptığı tespitlerin yüzde doksanına katılmamak mümkün değil. Dünya ve Avrupa ile yaptığı kıyaslamalar, ortaya koyduğu rakamlar, kulüplerin mali yapısıyla ilgili çizdiği tablo, “Kral çıplak” iğnelemesi ve çözüm önerileri, Terim’i Türkiye Futbol Federasyonu’nun üzerinde bir konuma oturttu adeta. En azından ben öyle hissettim!
Lakin Fatih Terim’in uzun konuşmasında en çok ilgimi çeken ve Türk futbolunun “kanayan yarası” olduğunu düşündüğüm konu farklı.
Ne dedi Terim? “Türk futbolu, UEFA’da benzeri bulunmayan yapısı ile TFF yönetimini sürekli tehdit altında tutuyor ve hareket alanını daraltıyor. Avrupa’da hiçbir ülkenin futbol genel kurulunda profesyonel kulüplerin temsil oranı yüzde 50’yi geçmez. Bizde ise oran yüzde 90’a yakındır...”
Ağzına sağlık hocam. Bugüne kadar TFF yönetimleri de dahil, çoğunluğun rahatsızlık duymadığı bu temsil oranı, futbolumuzun tepesindeki Demokles’in kılıcıdır.
Bu kılıcı TFF’ye karşı güç gösterisi olarak sallamayı alışkanlık haline getiren süper lig kulüpleri, adeta padişahlıklarını ilan etmiş ve federasyonların tüm politikalarını kendi çıkarları doğrultusunda belirler hale gelmiştir.
Açık söyleyelim; Türk futbolu mevcut yasa ile siyasetten daha tehlikeli bir canavarı kendi elleriyle yaratmıştır. İşte o canavar, uzun yıllardır yönetim kurulu üyelerinden kurullarına, talimatlarından kararlarına TFF’yi baskı altına almak istemiştir. Bakınız şike sürecindeki tapelere! Hangi kulüpler, kendi adamlarını nereye ve nasıl sokmaya çalışmış!..
İşlerine gelmez
Hesap ortada. TFF genel kurul delege sayısı 294. Profesyonel kulüplerin delege sayısı 253. Geriye kalan 41 delege, futbolun diğer unsurlarının temsil miktarı. Antrenörler, futbolcular, hakemler, amatörler, engelli spor federasyonları, FİFA ve UEFA’da görev yapmış yöneticiler ile TFF başkanlığı görevinde bulunmuş kişiler. Böyle bir genel kurul yapısından nasıl olur da “özerk bir federasyon” ortaya çıkabilir?
Defalarca yazıldı çizildi. 54 üyeli UEFA’da futbolu kanunla yönetilen tek ülke Türkiye’dir. Bir zamanlar bununla övünürdük. Niye? Çünkü futbol, hükümetlerin oyuncağı olmaktan kurtulmuş, siyaset prangası - gerçi ne o da tartışılır - bu yasa ile kırmıştı!
Dönemin Başbakanı Turgut Özal zamanında çıkarılan ilk yasayı anımsıyorum. Eksiği çoktu, ama genel kurulda temsil sistemi bugüne göre daha adaletli idi. Zaman içinde defalarca kurcalandı. 2009 yılında da şimdiki haline getirildi.
Terim’in de şikayet ettiği bu yapı kolay kolay değişmez. Neden mi? Yeni bir yasa, futbolu kontrol altında tutmayı seven siyasetçilerin ve gemi azıya almış süper lig kulüplerinin işine gelmez. İyi bilirler ki, demokratik bir genel kurul düzeninde şimdiki gibi borazanları ötmez!
Alan razı veren razı. Öyleyse... Üzerine vazife mi, sen bak işine be Fatih hocam!
UEFA ve Yo-Yo testi!
Geçen pazar televizyon kanallarını dolaşırken konunun hakemler olduğu bir programa denk geldim. Konuşmacılardan biri, FİFA listesinden çıkarılan Fırat Aydınus ile Bülent Yıldırım’ın süper ligde nasıl maç yönettiğini merak etti. Sorunun muhatabı eski hakem, yıllardır futbol yorumculuğu yapan bir arkadaşımız. Diyalog aynen şöyle gelişti:
-Bu iki hakem UEFA’da testi geçemedikleri için listeden çıkarıldı değil mi?
-Evet.
-Peki nasıl oluyor da koşamayan hakemler Türkiye’de maç yönetiyor? Aynı testler burada yapılmıyor mu?
-(Biraz geveledi) Tabii, burada da yapılıyor olmalı... Bunu bana değil, federasyona ve MHK’ye soracaksın.
-Orada koşamayan burada da görev alamaz.
- (Bilgiç bir edayla) Eeee. Türkiye’de işler böyle...
Hadi soruyu soran gündemi takip etmemiş, ilgilenmemiş olabilir. Hakemlik konusunda üstadım diyen biri, nasıl olur da Aydınus ile Yıldırım’ın koşamadığı Yo-Yo testinin Türkiye’de yapılmadığını bilmez? Bu testin sadece UEFA organizasyonlarında görev alacak üst düzey hakemler için geçerli olduğunu sağır sultan duymadı mı? FİFA’nın bu testi reddettiğini ve son dünya kupasında uygulamadığını bilmiyor musunuz?..
Dönemin MHK başkanı Zekeriya Alp, yeni FİFA listesini açıkladığı basın toplantısında üzerine basa basa söyledi; “Bizim sistemimiz farklı. UEFA’da koşamadığı için ligde görev almama gibi bir durumları asla söz değil!”
Diyeceğim şu; herkes her konuda bilgi ve fikir sahibi olmayabilir. Ama “ben bu işin uzmanıyım” dediğiniz vakit, insanları yanlış yönlendirmez ya da kurumları haksız yere suçlayamazsınız.
Aksi takdirde mahcup duruma düşersiniz. Şart olan, kendinizi ve bilgilerinizi güncelleyebilmektir. Talimatlar değişiyor, sezon başı ve devre aralarında hakem seminerleri düzenleniyor. Sadece bunları takip etseniz yeter!..
Hep giden mi suçlu?
Ne zaman bir görev değişimi olsa, yeni gelen sanki Amerika’yı yeniden keşfedecekmiş gibi konuşur.
Giden hep suçludur. Hatalıdır, eksik bırakmış, hiç hizmet etmemiştir sanki. Zekeriya Alp prensiplerini ortaya koydu, MHK başkanlığından istifa etti. Başarısız olduğu için değil, kendi istediği için gitti. Görev şimdi Yusuf Namoğlu’nda.
Geçen gün televizyonda izledim. Projelerini anlattı. Hepsi kulağa hoş geldi. Çoğu da geçmiş MHK tarafından da yapılmaya çalışılan şeylerdi. Eşitlik, adalet, eğitim, zaten MHK’lerin olmazsa olmazı idi. O konuşmanın içinde Alp ve ekibine teşekkür sözcüğünü duymak istedim, olmadı.
Bu tip görevlerde devamlılık esastır. En beğenmediğiniz kurul bile geçmişin üzerine bir şeyler koymuştur. Bunları takdir etmek o kadar zor mu?..