Fazla sakatlık sorunu yaşamadığı için hemen her maçı ideal kadrosuna yakın bir takımla oynadı Trabzon. Karabük sınavı ligdeki hedefler kadar, kulübeden gelenlerin performansı açısından da önemliydi.
Cezalı Serkan ve Colman’ın yanı sıra firari Jaja’nın yokluğunu dolduracak, uzun şampiyonluk maratonunda eksikliklerini onların eksikliğini hissettirmeyecek kadar güçlü bir yedek kulübesinin olmadığı düşünülürdü bordo-mavililerin. Aslına bakarsanız biraz öyleydi. Ancak takım ruhu denen ve başarıya giden yoldaki en önemli faktör unutulmamalıydı.
Son ana dek mücadele eden ve kritik anlarda maçı çevirecek yetenekte
oyunculara sahip olmak da Şenol hocanın avantajıydı. Tıpkı kaleci Onur’un maçın ikinci bölümünde yaptığı müthiş kurtarışlar gibi. Dün akşam da bu rolü genç file bekçisi üstlendi. Tabii şans faktörü de yanındaydı Trabzon’un. Umutların tükenmeye başladığı süreç hızla geriye doğru çalışırken, Engin Aktürk’ün talihsiz kafa vuruşu olmasa, bordo-mavili takım belki maçı yine kazanabilir, ancak doksan dakika sonunda skor tabelası bu kadar zengin olmayabilirdi.
Karabük gibi futbolu çirkinleştirmeden, çağdaş ölçülerde oynamaya çalışan bir takım önünde Trabzon’un zorlanarak kazanmasındaki etkenlerden biri de Emenike’nin henüz 30. dakikada sakatlanarak çıkmasıydı. Emenike’li Karabük’ün bu ligde neler yaptığı ortada iken, liderin şansı, maçın üçte ikilik bölümünü en tehlikeli isimin yokluğunda oynamasıydı.
Futbolun içinde hepsi var. Sakatlık, şanssızlık, cezalı oyuncular, gol, mücadele ve inanmışlık.
Saydıklarımızın içinde en olumluları bu sezon Trabzonspor’un yanında. İlk yarıyı takipçisinin en az 5 puan önünde bitirmeyi garantileyen Karadeniz ekibi şampiyonluk için gerçekten çok önemli bir avantaj yakaladı.
Bir başka tespit ise bu yarışta takıma mutlak surette takviye yapılması gerçeği. Mevcut kadroda zaman zaman fireler olabileceği göz önüne alındığında sağ bek, orta alan ve santrfor mevkilerine transfer ihtiyacı dikkat çekiyor.
Son söz şampiyonluğa en az takımı kadar inanan muhteşem taraftara. Onlar doksan dakika sonunda yaşanan sevince ortak olmayı sürdürdüğü müddetçe, Trabzon’un hedefe giden yolda en büyük destekçisi olacaklar kuşkusuz.
Spora hayır, silaha evet!
Memlekete bakın. Günlerdir medyada tartışılıyor. Uzmanlara, vekillere, silah tüccarlarına şu soru soruluyor;
“18 yaşındaki genç, ruhsat alıp silah sahibi olabilir mi? Silah ruhsatı verilirken niçin heyet raporu ortadan kaldırılıyor?”
“Haberimiz yok da , ülkede savaş hali mi ilan edildi? ”
Silah tüccarının biri televizyon kanallarını mesken tutmuş , tüylerimizi diken diken etmeyi sürdürüyor.
Elinde bir Avrupa Birliği raporu “Efendim falanca ülkede silah şöyle serbest. Ötekinde silah böyle satılıyor” diye 5 milyar dolarlık sektörün arsızca pazarlamasını yapıyor.
Milletin bir vekili ise televizyondaki tartışma programında bir öğrenci temsilcisi kardeşimizin endişelerini yok etmek yerine, stüdyoyu terk etmeyi maharet sayıyor.
Başka hiçbir sorunumuz yokmuş gibi kimin nasıl silah alacağı, nerede kullanacağı tartışılıyor.
Aynı televizyon programında bir baba okul bahçesinde pompalı silahla gözünden vurulup öldürülen oğlunun katilinin elini kolunu sallayarak aramızda dolaşmasına isyan ediyor.
O silah taciri hiç sıkılmadan “Efendim Başbakan, bakan ve vekiller sağlık kontrolünden mi geçecek” diye sorma aymazlığına düşüyor. Tepkiler üzerine “Bu yasa çıkmaz ise seviniriz. Sınırsız sayıda silah satarız” diyecek kadar küstahlaşıyor.
Milyonlarca insanı silahlandırmak hangi ideolojiye hizmet eder, neye hazırlıktır diye soran var mı?
Hayır, yok.
Şah devrildikten sonra İran’da adına “devrim” denen ve bir gecede gerçekleşen değişimin aslında bir gecede değil, yıllar süren bir planın ürünü olduğunu ne çabuk unutuyoruz!
Bu zihniyet, 18 yaşındaki gencin silahlanmasında sakınca görmezken, ülkeye sportif anlamda büyük hizmetler veren bir spor kulübüne, tabelasında “az alkollü bir içkinin” adı geçtiği için yasak getirmeyi planlıyor.
Hepsinden vazgeçtim.
O “az alkollü” firmanın adı bile yasaklanırken, silahı özendiren yasa yürürlüğe girdiğinde, internet ortamında reklamının yapılmasına imkan tanınıyor.
Bu nasıl bir anlayıştır. Bu neyin planıdır?
Türk basketboluna hayat veren Efes Pilsen kulübünü, bir yönetmelikle devre dışı bırakmaya hazırlananlar gençleri silahlanmaya teşvik ederken, o kulübün yöneticileri bas bas bağırıyor;
“Sosyal sorumluluk projesi gereği 31 kentte, 34 merkezde 15 binin üzerinde çocuğu basketbol ile buluşturuyoruz. İlk adım basketbol okullarını kapatmayı düşünmüyoruz. Ama yönetmelik çıkarsa davamızdan vazgeçmez, bir başka yol ile Türk sporuna hizmet etmeye devam ederiz. Ancak buna gücümüz ne kadar yeter bilmiyoruz”.
Çelişkiye bakın...
Bir tarafta gençleri suç makinesi haline getirmeye çalışan odaklara taviz verecek, diğer yanda adının içinde alkollü bir ürün geçtiği için binlerce çocuğa sporu sevdiren kulübün kapısına kilit vurmaya kalkacaksınız.
Hem de insanların gözünün içine baka baka.
Ayıptır, ayıp!
A. Gücü’nde sınav vakti
Mahkemenin Ankaragücü kongresini iptal etmesinin ardından başkent toz duman.
Eski ve yeni başkanların karşılıklı suçlamaları, tehditler, ortaya konması istenen belgeler ve verilmesi istenen hesaplar, kısa vadede ortalığın yatışmasına hizmet etmeyecek.
Aksine kamuoyunun bilmediği pek çok şey daha gün ışığına çıkabilir!
İşin bir de sportif boyutu var.
Mevcut yöneticiler pazartesi, yani Antalyaspor maçından sonra futbolcuların önemli bölümünün serbest kalacağını söylüyor.
Araştırdım.
Futbol Federasyonu, alacakları ödenmeyen futbolcuların resmi başvurusunu doğruluyor.
Lakin pazartesi serbest kalmaları gibi bir durum söz konusu değil.
Hukuki süreç ara transfer dönemi bitmeden, ocak sonuna kadar tamamlanacakmış.
Uyuşmazlık Çözüm Kurulu, taraflardan ödemelerle ilgili kayıtları isteyip inceledikten sonra, haklı görürse sarı-lacivertli futbolcuların serbest kalmasına hükmedecekmiş.
Tabii o zamana kadar köprünün altından ne kadar su akar, kimler bu suya müdahale eder, tablo değişir mi bilinmez!
Dolayısıyla Ankaragücülü futbolcuların bu konu yerine Antalyaspor sınavına odaklanmaları işlerine olan saygılarının gereğidir.
Bugünkü maç, Ankaragücü takımı açısından belki de sezonun en anlamlı maçı.
Söylentilere, sporun ruhuna yakışmayan çirkin iddialara yanıt, sahada verilir.
Çıkar, mücadeleni eder, kazanır ya da kaybedersin.
Çünkü böyle kaybetmek, başka şeyleri kaybetmekten daha önemlidir.
Yıldırım hedef mi şaşırttı?
Aziz Yıldırım, Kulüpler Birliği Başkanı unvanıyla hafta içinde TBMM’ye gelerek vekillere sporda şiddetin önlenmesi ile ilgili düşüncelerini anlattı.
Bununla da yetinmedi.
Vergiler, biletlerden kesilen KDV, statların modernizasyonu gibi konulardaki önerilerini dile getirdi.
Bir de “Spor Kulüpleri Yasası” tabii.
Tıpkı revize edilmeyi bekleyen şiddet yasası gibi yıllardır raflarda kalan “Spor Kulüpleri Yasası’ndan” söz ederken görüşlerinin alınmadığından yakındı. “Yasa var, biz yokuz” dedi.
Yıldırım’ın bu konudaki serzenişini medyadan okuyan üst düzey bir spor bürokratı aradı ertesi gün.
“Aziz beyi okuyunca şaşırdım”.
“Neden, hayrola?”
“Spor kulüpleri yasasıyla ilgili söyledikleri gerçeği yansıtmıyor. Yasa ile ilgili çalışmalara başladığımız vakit öncelikle kendilerinden görüş istedik. Hem Kulüpler Birliği adına hem kulüp olarak. Hatta yönetiminde yer alan hukukçu bir arkadaş iki toplantımıza gelip fikirlerini anlattı. Hepsini değerlendirip öyle bir taslak hazırlayacağız”.
Bu kez ben şaşırdım.
Futbol ve sporun sorunlarıyla ilgili pek çok konuya hakim olduğunu düşündüğüm Aziz Yıldırım niçin böyle bir çıkış yapsın ki?
Kim bilir? Belki de masaya koyduğu önerilerin dikkate alınmayacağından endişe ettiği içindir.
Ya da testi kırılmadan, yol göstereyim demiştir kendince...
Her ne ise...
Bunların tartışılması bile Aziz beyin kravatının renginden, evdeki kılıbıklığından ve kulüpteki agresifliğinden daha önemli.
Hiç değilse içinde fikir var. Öneri var. Spora katkı var!