Biz bu olimpiyatı niçin yapmak istiyoruz? Neden milyarlarca dolar para harcamayı göze alıyoruz?
Sırf Türkiye’nin prestiji için mi? Olimpiyatı almak ülkenin uluslararası itibarını mı yükseltecek?
Yoksa Sayın Başbakanın “Bugüne kadar nüfusunun çoğunluğu müslüman olan hiçbir ülke olimpiyat düzenleyemedi” vurgusu mu yatıyor onca çabanın altında?yönetenlerin gerekçesi ne olursa olsun, Türkiye’nin olimpiyat düzenlemek istemesinin temel sebebi, sporda geri kalmışlığımızı, tesiste fakirliğimizi, organizasyonda eksikliğimizi gidermek olmalı.
Dünyanın en önemli spor organizasyonunu böyle algılayabiliyorsak ne âlâ..olimpiyata ev sahipliği yapacaksa, önümüzde sekiz yıl var. Bu süreçte alt yapı, tesis, ulaşım, konaklama gibi denklemleri çözebiliriz.
Ya sportif başarı?
Olimpiyat tarihine baktığınızda aynı tablo ile karşılaşabilirsiniz.
Organizasyon her nerede düzenlendi ise o ülkenin sporda patlama yaptığını görebilirsiniz. Seul, Barcelona, Atlanta, Sidney, Pekin ve nihayet Londra.
Devrim şart
Olimpiyatı aldım demekle bitmiyor iş. Orada yarışacak, kürsüye çıkacak, rekor kıracak bir sporcu ordusu yetiştiremiyorsanız nafile.İngiltere. Pekin’i 19’u altın 47 madalya ile tamamlayan Büyük Britanya, bu satırların yazıldığı saate kadar 25’i altın 52 madalyayı boynuna geçirmişti bile. birkaç branşta da değil. Atletizm, bisiklet, kano, boks, binicilik, cimnastik, tekvando, judo, kürek, yelken, atıcılık, yüzme, tenis, triatlon İngiliz sporcuların madalya kazandığı dallar oldu.
Küçük, ama önemli bir başka detay. İngilizler olimpiyatı aldıktan sonra yetersiz olduklarını gördükleri branşlarda yeniden yapılanmaya gitmiş. Cimnastik milli takımının başına iki Rus antrenör getirmiş. Kendi hocaları da Rusların altında görev yapmış. Uzun soluklu ve sistemli bir çalışmanın sonucu gelen bir gümüş, üç bronz madalya!
Kadın hentbol takımını oluşturmak için üç yıl önce harekete geçen spor adamları, Avrupa’da oynayan anne veya babası İngiliz ve yaşadıkları ülke milli takımlarına giremeyen sporcuları bir araya getirip ekip oluşturmuş. Benzer uygulamayı henüz başarılı olamadıkları diğer takım sporlarında da hayata geçirmiş. Sonuç mu? Henüz kürsü yok. Lakin niyet ve ortaya konan çaba takdire değer.üzerine yoğunlaştıkları diğer branş ise bisiklet. Yol ve pistte kazanılan 8 altın, 2 gümüş, 2 bronz madalyanın rastlantı olduğu söylenebilir mi? Asla!
Bu kafa değişmeli
Yıllardır her olimpiyatın ardından devlet büyüklerimiz, bakanlarımız ve spor yöneticilerimiz aynı şeyi söyler: “Türkiye inşallah olimpiyat yapacak.” Denedik, başaramadık. Maketler, tanıtım filmleri, sunumlar, vaadler ve sonu hüsranla biten olimpiyat hayalleri.
2020 için ilk defa bu kadar istekli, ciddi ve kararlıyız. Tokyo ve Madrid’in arasından sıyrılıp 2020’nin başına İstanbul yazdırabilmek elbette kolay değil.
Tıpkı sekiz yılda olimpiyat kürsüsüne çıkacak onlarca sporcu yetiştirebilmek gibi.
Geciktiğimiz her günün Türk sporunun geleceğinden çalınan bir parça olduğunu düşünürsek, olimpiyat yapmak değil, olimpiyat sporcusu yetiştirmenin daha önemli olduğunu kavrayabiliriz.
Türkiye’de bu mantıkla hareket eden federasyonlar yok mu? Elbette var.madalyalı atletlerimiz. Tekvandocularımız. Kadın basketbolcularımız ve voleybolcularımız. Olimpiyatta yarışma hakkını kazanan üç bisikletçimiz. Badmintonu temsil eden 18 yaşındaki kızımız. Hepsi sistemli ve uzun vadeli çalışmanın karşılığını alıyor. En önemlisi, insanları bir sonraki organizasyonda daha başarılı olacaklarına inandırıyor.
Ya neşter vurulması gereken branşlar? Başta halter olmak üzere boks, güreş, yüzme, atıcılık, okçuluk gibi yıllardır proje üretemeyen, elindeki mirası tüketmekten başka icraatı olmayan federasyonların bu anlayıştan kurtarılmasının vakti geçti bile.
2004 Atina’dan sonra yer aldığımız iki olimpiyatta geldiğimiz nokta ortada.
Peki, “En kalabalık olimpiyat kafilesi” söylemleriyle izledikleri spor politikalarının iflas ettiği gerçeğini gizlemeye çalışan zihniyete kim dur diyecek? O kafa değişmez ise gerisi boş laf!
Başbakanımız müslüman bir ülkeye bu organizasyonun verilmediğini söyleyerek, olimpiyat ruhunun kasıtlı olarak zedelendiğine dikkat çekmeye çalışıyor.
Bizim de aklımıza hemen şu soru geliyor: “Onca olimpiyat geçti. Niçin madalya sıralamasının ilk onunda müslüman bir ülke yok?..”
Psikolojik baskı dedikleri
Londra’da beklenen performansı gösteremeyen sporcularımızdan sıkça duyar olduk: “Baskıyı kaldıramadım. Psikolojik olarak hazırlanamadım.” v.s.
Konunun uzmanı Egzersiz ve Spor Psikolojisi Derneği Kurucu Başkanı Prof. Dr. Turgay Biçer merak edilen soruyu şöyle yanıtladı:
“Sporcularımızın olimpiyatlarda başarısızlıklarını strese bağlamalarının yanı sıra, yöneticilerin ve antrenörlerin sınıfta kaldığı doğrudur. Antrenman sporcuyu mükemmele götüren çalışmaların bütünüdür. Teknik, taktik, kondisyon ve psikoloji temel unsurlarıdır. Bizim sporcu, antrenör ve yöneticiler için antrenman sadece sahada yapılan teknik ve kondisyon çalışmalarıdır. İşin psikolojik yanı unutulur veya hiç önemsenmez. Oysa psikolojik beceri geliştirme antrenmanları bir uzmanlık işidir. Hatta bazı durumlarda diğer unsurların önüne geçer.
Bizde ise tablo şu; Sporcular kendilerini geliştirme adına tüm sorumluluğu antrenörlere veriyor. Çoğu psikolojik çalışmalara “Ben hasta değilim” diye bakıyor. Antrenörler (bazıları hariç) başarıyı paylaşmaktan kaçınıp uzmanlarla çalışmaya sıcak bakmıyorlar. Yöneticiler psikolojik beceri çalışmalarını koçum, aslanım gibi söylemler sanıyor, aşırı maddi odaklı yaklaşıp ruhsal dengelerini bozuyorlar.”
Turgay hocanın tespitleri mükemmel. Özellikle yönetici sıfatı taşıyan şahısların motivasyonu ödüle endeksleyen bakış açısı, Türk sporundaki en ciddi sıkıntılardan biri. Beklentilerin gerisinde kalan sporcuyu eleştirmek yerine, neyi eksik bıraktığımızı tespit edebilmek başarı kriterlerinden biri olmalı.