Nerede 'bizim çocuklar?'
Son dönemlerin en çarpıcı istatistiği bu olsa gerek.
Süper Lig’de geçen hafta ağlar 24 kez havalandı. Gollerin 22’si yabancı oyunculardan, sadece 2’si yerlilerden geldi.
Bunların birini Eyüpsporlu AhmeD Kutucu, diğerini Samsunsporlu Soner Aydoğdu kaydetti.
Ya geride kalan 9 haftada durum ne?
Sıkın durun; 223 golün 187’sinde lejyonerler, 36’sında “bizim çocuklar”ın adı var.
Devam eden gol krallığı yarışının ilk beşinde yerli isim yok.
Başka bir gerçek; Süper Lig’in son 11 sezonunda gol krallığı unvanını almış tek Türk, o da Kasımpaşa’da kariyerinin en parlak dönemini yaşayan, Trabzonspor’da futbola adeta küsen Umut Bozok.
Fazla geriye gitmeyelim, Burak Yılmaz, Semih Şentürk, Gökhan Ünal, Fatih Tekke ismini hatırlamayan var mıdır?
Kulüpler açısından sıkıntı yok. Parayı bastıran iyi forvetleri getiriyor zaten. Onların derdi altyapı, gençlere yatırım veya futbolumuzun geleceği değil...
Ezeli rakipleriyle mücadele etmek adına gözlerini karartmış ve futbol ekonomisinin acımasız çarkları arasında ezilmeyi kabul etmiş çoğu.
Tüm bunlar göz önünde dururken, milli takımda forvet sıkıntısından şikayet ediyor ulemalar.
Ya futbolu korumak, yönetmek, marka değerini geliştirmek ve yüceltmekle yükümlü olanlar?
Yabancı futbolcu kontenjanını serbest bırakmayı planlayanların kulakları çınlasın.
Mevtaya bir kürek toprak da onlar atsın.
Büyükekşi’nin günahını almışız!
TFF eski Başkanı Mehmet Büyükekşi kongre üyesi olduğu Galatasaray’ı kollamakla suçlanıyordu.
Hakkını yemişler. Yeni federasyonun hukuk kurulları da tuhaf kararlarıyla Büyükekşi Yönetimi’nden geri kalmıyor.
Kalmıyor ve Hukuk Müşavirliği’ni de sürekli taca atıyor. Disiplin kurulu önce Teknik Direktör Okan Buruk’un hakemi “tehdidini”, “sportmenliğe aykırı” eylemine çevirdi, şimdi de aynı maddeden sevki yapılan futbolcu Yunus Akgün’ün suç niteliğini değiştirdi ve para cezasıyla yetindi.
Adaletin olmadığı yerde hiç bir sistem ayakta kalamaz.
Ne demişti TFF Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu seçim öncesi?...
“Şimdiden mavi boncuk dağıtmaya başlarsak eski başkanlar gibi oluruz.”
Aman dikkat!
Özgen Abi’ye veda!
1984’ün Temmuz ayı. Gazi Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu’nu yeni bitirmişim.
Sevgili kuzenim Rafet Akgünay (dünyanın en önemli başkentlerinde büyükelçilik yaptı) hariciye mensubu ve Atina’da görevli olduğu dönemde Milliyet temsilcisi Özgen Acar ile tanışmış. Acar sonra Ankara’da haber müdürü olmuş.
Rafet Abi bir gün ev telefonundan aradı, “Cemal, Milliyet’e git Özgen Acar’ı bul” dedi.
Ertesi gün heyecan ile gazetenin İzmir Caddesi’ndeki bürosunda aldım soluğu. 4. kata o tarihi asansör ile değil, merdivenleri üçer beşer çıkarak ulaştım.
Kapıdan girdim, Özgen Bey’i sordum. Odasını gösterdiler. “Beni Rafet Akgünay gönderdi efendim” derken sesimin titrediğini anımsıyorum.
“Hoş geldin genç. Gel bakalım” dedi ve peşine taktı beni.
Uzunca bir koridor. Sağlı sollu odalar var. Parlamento, sağlık, eğitim, dışişleri, magazin ve foto muhabirleri konuşlanmış her birinde.
En sondaki odaya girdi, “Devrim, bu çocuğu sana emanet ediyorum” deyip çıktı. Spor servisi imiş. Ve meslekteki ilk şefim rahmetli Devrim Sağıroğlu ile tanıştık.
Bu satırları niçin yazdım?
O günden bu yana gazetecilik dışında hiçbir “uğraşım” olmadı.
Hayatıma yön veren meslek büyüğüm Özgen Acar önceki gün yaşama veda etti.
Bana gazeteciliğin her kademesinde görev yapmanın yolunu açan üstadıma minnet duygularımı iletmek istedim.
Devrin daim, ışıklar yoldaşın olsun Özgen Abi.