UEFA İcra Kurulu, disiplin ihlalleriyle ilgili yeni sezonda uygulanacak yaptırımları ciddi biçimde ağırlaştırdı. Futbolun ruhunu zedeleyen ırkçılık, şike, bahis, doping, hakeme saldırı gibi eylemlere maksimum cezalar öngörüldü.
Örneğin ayrımcılık yapan futbolcuya 10 maç, ilgili kulübe saha kapatma ve para cezası verilecek. Şikede daha önce 20 yılla sınırlanan zaman aşımı artık olmayacak. Hakeme saldıran futbolcuya 10 değil, 15 maç ceza kesilecek. Dopinge önlem olarak bine yakın futbolcuya biyolojik pasaport çıkarılacak ve bu oyuncular takibe alınacak. Şike, bahis ve doping eylemleri karşısında yaptırımları uygulamakta yetersiz kalan ulusal federasyonların yerine, bizzat UEFA disiplin kurulu devreye girecek.
Şimdi diyeceksiniz ki bize ne? Sanki Türkiye’de ırkçılık, şike, bahis, yolsuzluk, doping mi var? Bize böyle pis işler yakışır mı? UEFA önce kendi kapısının önünü temizlesin, sonra millete ahkam kessin. Doğrudur. Ofisindeki halının altı mikrop yuvasına dönmüş bir kurumun tarafsızlığına, dürüstlüğüne, alacağı kararların objektifliğine nasıl inansın ki insanlar? Güç ve paranın yarattığı kombinasyonun, hiçbir dönem zayıfın yanında yer aldığı görülmüş müdür? İki de bir sallayıp durmayın, UEFA sopası bizde alerji yapıyor kardeşim!
Her neyse... Dönelim yaptırımların Türk futbolunda nasıl uygulanacağına. TFF’nin tıpkı bazı talimatlarda olduğu gibi disiplin cezalarında da yeni bir düzenleme yapması şart. Ama, kopyala yapıştır yöntemiyle değil. Yakın geçmişte tanık olduk. “Erteleme” maddesinde olduğu şekilde işin özüne ve ruhuna aykırı davranacak isek, hiç umutlanmayalım. Ceza ve Tahkim Kurulları talimat hükümlerini renklere ve adamına göre yorumlayacak ise gereksiz yere kafa yormayalım. O kurullarda görev yapan hukukçular spor hukuku ile genel hukuku birbirinden ayıramayacaksa, boşuna UEFA tellallığı yapmayalım.
Irkçılığa ırkçılık, şikeye şike, dopinge doping, bahise bahis diyemeyecek, bunlarla yüzleşmeye cesaret edemeyecek, dolambaçlı yollardan eylemin adını ve cinsini değiştirecek, kendimiz çalıp kendimiz oynayacaksak, milleti de kandırmayalım.
Türk futbolu ne çektiyse, kağıt üzerindeki yaptırımların uygulamaya geçişi sırasında uğradığı mutasyondan çekmiştir. Dış müdahalelerden, tavsiyelerden, ricalardan ve kimi zaman verilen talimatlardan zarar görmüştür.
Bakın, şimdilerde statlarda anarşiyi önlemek, şiddeti def etmek, futbola zarar verenleri saha dışına atmak için iki önemli proje bekliyor. Biri elektronik bilet uygulaması, diğeri kamera sistemi. İkisi de maliyetli ve kısa sürede devreye girecek işler değil.
Gençlik ve Spor Bakanı da, Türkiye Futbol Federasyonu da bu konuda kararlı ve istekli. 6222 sayılı yasada e-bilet ve kamera sistemiyle ilgili hükümler ortada. Ancak hâlâ e-bilet ihalesi tamamlanıp ikinci adım atılabilmiş değil. Statların çok büyük bir bölümünde belirlenen standartlarda kamera sistemi ve kontrol odası yok. Ligler Ağustos ortasında başlayacak. Zaman az, yapılması gereken iş çok. Projeler yeni sezona yetişir mi?.. Bu konuda da pek iyimser değilim.
Tolga patlaması!
Trabzonspor kalecisi Tolga’yı tanırım. Genç yaşına karşın kaptanlığı hak edecek olgunlukta, dürüst ve mert bir insandır. Ziraat Türkiye Kupası final maçından sonraki isyanı bazılarına sevimsiz gelebilir. Sözleri eleştiri de alabilir.
Ancak son iki yıldır şike süreciyle ilgili yaşananların tam odağında, haksızlığa uğradığına inanmış bir takımın lideri olarak, onun haykırışına kişisel olarak destek veriyorum.
Ne demişti Tolga, “Protokol tribününe sesleniyorum. Futbolu bu hale getirenler utansın. Sözlerimi de kim üzerine alırsa alsın. Futbol sahada oynanıyor ama herşey saha dışında. Bizim ciğerimiz yanıyor ama kimse hissetmiyor.”
Yalan mı? Sahada ter döken, formasını ıslatan ve takımının başarısı için emek veren futbolcular, bu oyunu çirkinleştirenler ise yöneticiler. Ayırım yapmadan söylüyorum. Kulüp yöneticiliğini çıkarları için kullanan, başkalarının hakkını gasp eden, rakibine saygı duymayan, taraftarı kandıran, makamını rant kapısına çeviren, fair-play’i katleden kim varsa, sadece Tolga’nın değil, futbolu seven herkesin hedefinde onlar olmalıdır.
Volkan ve Sabri niye yok?
Olaylı derbi maçında birbirlerinin boğazını sıkan ve ağır cezalara çarptırılan Volkan Demirel ile Sabri Sarıoğlu’nun milli takıma alınmayacağı söylentileri vardı. Hem de A milli takım patronu Abdullah Avcı’ya dayandırılarak.
Birkaç gün sonra Avcı Almanya kampı kadrosunu açıkladı. İddia edildiği gibi Volkan ve Sabri kadroda yoktu!
Peki neden yoktu? Gerçekten bir milli takım oyuncusuna yakışmayan tavırları nedeniyle mi? Belki de Avcı bu iki oyuncuya da ders vermek istemişti. Nasıl görmek isterseniz!
Lakin şu da bir gerçek. Sabri 29 yaşında. Son milli maçını 11 Kasım 2011’de Hırvatistan’a karşı oynadı. Yani Avcı’nın tercihleri arasında zaten yok. Galatasaray’da bile forma şansı az. Dolayısıyla milli takım formasını jübilesinde görme olasılığı yüksek.
Gelelim Volkan’a. Kişiliği, tavırları, hırçınlığı bir yana, kaleciliği öte tarafa. Hangi milli takım hocası onun deneyimini görmezden gelebilir? Onu bir kalemde silip atabilir? Kaldı ki Avcı’nın Almanya kampı kadrosuna baktığınız vakit, şu an Türkiye’nin en iyi üç kalecisi arasında sayılan Tolga ve Onur’un da olmadığını göreceksiniz. Eee, onların kabahati ne? Avcı’nın iki hazırlık maçı için genç isimler Mert, Cenk ve Sinan’ı tercih etmesinin hiç mi anlamı yok?
Dedik ya, nereden bakmak isterseniz. İsteyen ceza der, dileyen gülüp geçer!