Her ülkede, her toplumda, her meslekte rastlayabiliriz narsisizmin örneklerine.
Narsisizm, Türk Dil Kurumu sözlüğünde “Kendini sevme özelliğini ön plana çıkarma gayreti” şeklinde açıklanır.
Sevgili dostumuz Prof. Dr. Acar Baltaş ise narsisizm konusunda kaleme aldığı makalesinde her bireyin “beğenilmek ve takdir edilmek” duygusu taşıdığını, bunun insanın doğasından gelen bir özellik olduğunu ifade eder.
Ve şöyle devam eder, “Ancak narsist kişilerde bu özellik varoluşun merkezini oluşturur. Narsist kişiler takdir görme istekleri nedeniyle çok çalışır, meşguliyet alanlarını, hayatın bütün cephelerini ihmal edecek şekilde, tek amaç haline getirirler. Bu gelişme, kişinin beceri ve değerlerine olan inancının yükselmesine, sonucunda kendisine olan güveninin ve hayranlığının üst düzeye çıkmasına neden olur. Çok kere sorun bundan sonra başlar.”
Biz de naçizane, bu tanımlamadan yola çıkarak şöyle bir saptama yapabiliriz:
Çevremizde, liderlik vasfını narsisizm ile birleştiren ve bunu tarz haline getiren pek çok insan görebiliriz. Hem de yaşamın her alanında. Dolayısıyla, “narsist lider” kavramının yarattığı etkileşim, zamanla kişisellikten çıkar ve kitleleri etkiler hâle gelebilir.
Sanatta, sporda, siyasette, bilimde, eğitimde, pek çok örneklerini sayabiliriz.
Aşırı tepki ve öfke!
Peki nedir narsist kişilerin başlıca özellikleri?
Acar Baltaş şöyle sıralar:
- Kendini mükemmel görmek,
- Kendinden başkasını düşünmemek ve davranışlarının başkalarına olan etkisiyle ilgilenmemek,
- Bütün başarıyı kendine mal etmek, başarısızlık durumunda sorumluluğu başkasına yüklemek,
- Olayları bütünüyle kontrol etme isteği,
- Eleştiriye aşırı duyarlılık, aşırı tepki ve öfke,
- Her konuda haklı olduğuna inanmak,
- Başkalarını önemsememek,
- Kuralların kendisi için geçerli olmadığını düşünmek.
Acar Baltaş’ın “Narsist liderlik” başlıklı makalesinin tamamını okumanızı öneririm. Zihin açacak çarpıcı tespitleri var!
Hepimizin, ailemizden başlayarak, hayatın her evresinde karşılaştığımız, kimi zaman etkisinde kaldığımız, bazen eleştirdiğimiz ya da özendiğimiz bu tarz insanlarla dolaylı veya doğrudan iletişimimiz olmuştur.
Dünyanın herhangi bir ülkesinde de durum böyledir. Sadece kişiler değil, toplumlar da narsist olabilir. Örneğin dünya nüfusunun yüzde 5’ine sahip olan ABD, yeryüzü kaynaklarının yüzde 25’ini tüketme hakkını kendinde görebilir!
Bu noktada önemli olan, farkındalıkları harekete geçirebilmek, olayları ve sonuçlarını değerlendirirken objektiflik süzgecini kullanabilmek ve bu özelliklere sahip kişileri yaşamımızda doğru konumlandırabilmektir.
Bir bakmışız, gözümüzde büyüttüğümüz nice şey, Baltaş’ın dediği gibi “Derin bir hayal kırıklığı, kullanılmışlık ve değersizlik duygularına” dönüşmüş!
Acele işe şeytan karışır!
Merkez Hakem Kurulu 2016-17 sezonu hakem klasmanlarının açıklanma tarihini erteleyince, aklımıza kurt düştü.
Öyle ya, önce 20 haziran denmiş, sonra tarih 10 Temmuz’a çekilmişti.
Lafı gevelemeden söyleyelim. MHK şu an ciddi bir sıkıntı yaşıyor.
Yeri garanti 10 hakem var. Kalanların önemli bölümü “torpil” mekanizmasının çarklarına güveniyor.
Araya milletvekili, bakan, hatırı sayılır bürokrat konduğunu biliyoruz. Bunu bizzat TFF ve MHK’nin en yetkili isimlerinden duyduk.
Böyle bir ortamda MHK’nin doğru ve adil bir seçim yapabilmesi kolay değil. Federasyon yönetimi de baskı altında.
Nedeni tamamen duygusal (!). Süper lig kadrosunda yer alacak bir hakemin aylık geliri 30 bin liraya ulaşacak. Kariyeri ve kokartına göre 50 bini geçenler de olacak.
Başka bir sorun 1. lig kadrosundaki hakemlerin motivasyonu. En az süper lig kadar değerli bu ligde “küsmüş, küstürülmüş” isimlerden ne kadar başarı beklersiniz, bilemem. Alt ligleri konuşmuyoruz bile!
Hakemlik, hâkimlik gibidir. Torpille, adam kayırmayla oluşturulmuş kadrolar, adalet dağıtamaz. Hataların günahını da MHK öder.
Yeni yapılanma devrim diye sunuldu. Devrimler, şartlar oluştuğunda hayata geçer. Dostlarımız alınmasın. Bir günde talimat değiştirip, kadroları bölmekle bitmiyor olay.
Meslektaşım Ömer Faruk Ünal yazmış. Katılıyorum. Bir sene dondurun uygulamayı. Hem siz rahat edersiniz, hem hakeminiz.
Unutmayın, acele işe şeytan karışır, ki!..
Biz bitti demeden bitti!
Kimse kusura bakmasın.
İtalya ve Belçika’nın alacağı beraberliğe, Macaristan’ın galibiyetine umut bağlayıp, “Yüzde 80 üst tura çıkarız” beklentisinin 24 saat sonra hüsrana dönüşmesinin, “dış faktörler ve aktörlerle” alakası olduğunu iddia etmek, Fransa vizesini nasıl aldığımızı unutmak demektir.
Soruları direkt soralım; Avrupa şampiyonasında kendi göbeğimizi kesebildik mi? Kesemedik.
İlk iki maçı kaybedip, diğer gruplardan gelecek sonuçlara kulak vermek, “biz bitti demeden bitmez” sloganı ile zıt bir yaklaşım mıdır? Evet.
Hırvatistan ve İspanya yenilgilerinden sonra ipler zaten elimizden kaçmıştı.
Sönen balon ithal gazla dolarsa, ortalığa dökülen aile içi krizin mahremiyeti gizlenir sandık. O da tutmadı. Tatil planlarını değiştiren bu tablodan sonra, şapkayı masaya koyma vakti gelmiş demektir.
Elbette yıkılan hayallerin ve boş çıkan sözlerin sorumluluları olmalı.
Milli forma ve parayı yan yana getirenlerin, vereceği bir hesap bulunmalı.
Çekler karşısındaki takımın, niçin ilk iki maçta ortalıkta görünmediği sorgulanmalı.
Beyler, ay-yıldızlı renklerden söz ediyoruz, herhangi bir kulüp takımından değil.
Dolayısıyla ortalığa dökülen ne varsa, tüm Türkiye’yi ilgilendirir.
Şimdi suçu kimseye yüklemeden ve hayali düşmanlar yaratmadan, öz eleştiri yapma, sıkıntıları tespit edip, çözüm üretme ve yeni hedefler inşa etme zamanı.
Malum, 2023’e rota çizmiş bir ülkenin 2018’i de es geçmesi, katlanılabilir bir hadise olamaz!