Cemal Ersen

Cemal Ersen

cersen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bu bizim tespitimiz değil. PR şirketleri tarafından halkın nabzını ölçmek için yapılan anketlerin yalancısıyız.
Verilere göre, Türkiye’de güvenirliğini hızla yitiren kurumların başında ne yazık ki yargı geliyor.
Anketler yenilendikçe tablo daha vahim hale dönüşüyor. İnsanların adalete olan inancının azalması, özellikle düşünce ve ifade özgürlüğü gibi konularda yarınlara yönelik kaygıları körüklüyor.
Bakın, geçen yıl yapılan bir araştırmada “Kurumlara duyulan güven” anketinden nasıl bir sonuç çıkmış;
TSK: Yüzde 75.3, Cumhurbaşkanlığı: Yüzde 68.7, Emniyet Teşkilatı: Yüzde 66.2, TBMM: Yüzde 59.2 Hükümet: Yüzde 49.7, Yargı: Yüzde 49.2
Bunun sporla ne alakası var demeyin. Var elbette. 3 Temmuz süreciyle birlikte futbolla ilgili herkes, öyle veya böyle “yargı - adalet” sözcüklerini daha fazla işitir ve kullanır hale geldi. Şikeyle suçlanan da, şikenin mağduru olduğunu söyleyen de.
‘F.Bahçe Cumhuriyeti’
Aziz Yıldırım’ı seversiniz sevmezsiniz. Lakin Yıldırım’ın ilk günden bu yana bir duruşu var ki, farklı renklere gönül vermiş insanların bile takdirini kazandı bu tavır.
Metris cezaevinde ziyaretine gittiğim gün, camın arkasındaki telefondan şöyle demişti Yıldırım: “Bu bir komplo ve cemaatin işi. Fenerbahçe Cumhuriyeti’ni yıkmak için hazırlanmış bir tezgah. Adım gibi biliyorum.”
Kuşkusuz o telefon dinleniyordu. Yargılamanın henüz başında iken Yıldırım’ın bu sözleri, davayı aleyhine çevirebilirdi. Ama o ne yaptı? Mahkemede hakim karşısında da aynı iddiaları tekrarladı. Geri adım atmadı. Geçici özgürlüğü sonrası da devam ettirdi söylemlerini.
Henüz Hükümet ile cemaatin arasının açılmadığı günlerde böyle bir çıkış yapmak, sonuçlanmamış bir dava öncesi kendi idam fermanını imzalamaktı adeta.
Ya bugün? Yıldırım’ın o gün söylediklerinin benzeri, 17 Aralık operasyonunun ardından bizzat Başbakan tarafından dile getirildi. Hükümetin önemli isimleri “yargıdaki paralel yapılanmadan” şikayet etti. Cemaate yakınlığı ile bilinen savcı ve hakimler görevden el çektirildi, mesai yerleri değiştirildi. Balyoz ve Ergenekon davaları dahil, yeniden yargılanmadan söz edilir oldu.
‘Zamanlama manidar’
Başbakan, Yargıtay’ın şike kararını biraz da siyasete yontarak, “Zamanlamasını anlamlı buluyorum. Niye bugüne kadar açıklanmadı? Seçimin arifesinde niçin böyle bir karar açıklanır? Bunu 30 Mart sonrasında da yapabilirdin. Şu ana kadar yargıdaki o paralel yapının ince hesaplar suretiyle böyle bir adım attıklarına inanıyorum” diye yorumlamıştı. Evet, manidar olan bir şeyler vardı? Vardı da, bu manidar şeyler niçin 3 yıl önce konuşulmamıştı?..
Her neyse! Hukuk sistemi bundan sonra nasıl dizayn edilir, yeniden yargılanmanın yolu açılır mı, vicdanlarda ve kafalarda en ufak bir kuşku yaratmayacak yeni kararlar alınır mı bilmiyoruz. Alınırsa, şike davasının tüm taraflarını memnun eder mi, kestiremiyoruz.
Gördüğümüz ve anladığımız şu: İnsanlar, özellikle son 5 yıldır bu ülkede adil yargılanma yapılmadığına inanıyor. Adaletin tecelli etmesini ve bunun önündeki engellerin kaldırılmasını talep ediyor.
Fenerlisi, Beşiktaşlısı, Galatasaraylısı ve hatta Trabzonsporlusu, yargı bağımsızlığını zedeleyen yapılanmaya karşı ortak tavır sergiliyor, bayrak açıyor.
Mesele Aziz Yıldırım’ın yeniden yargılanıp yargılanmaması değil. Mesele, bu coğrafyada yaşayan insanların yargıya güveninin niçin yüzde 49’lara düştüğüdür.
Başkalarının mutsuzluğu, diğerlerinin mutluluğu olmasın. Adil ve bağımsız yargı bir gün hepimize, ama hepimize lazım olabilir.

İmam cemaat meselesi
Önce komisyon çalışmaları sırasında, ardından TBMM genel kurulunda yaşandı o ibretlik görüntüler.
Milletin vekilleri birbirlerine bardak fırlattı, uçan tekme attı, küfürler havada uçuştu. En sonunda “pes artık” denen o kavga yaşandı. Vekilin yumruğu bir diğer vekili üç gün iş göremez hale getirdi.
Tüm bunlar, halkın kendilerini temsil etsin diye seçip gönderdiği vekiller arasında ve Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında yaşandı. Hem de milyonlarca insanın gözü önünde...
Aynı vekiller, çok değil bir kaç sene evvel, kavga ettikleri salonlarda “Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair” yasanın çıkması için el kaldırmıştı.
Statlarda spor anarşisinin sona ermesi için işbirliği yapmıştı. Kavganın, küfürün önü alınsın diye, günlerce mesai harcamıştı. Şimdi geldiğimiz noktaya bakın!
Öte yanda Türkiye Futbol Federasyonu, statlarda kötü tezahürat bitsin diye kendini yırtıyor.
Sezon arasında talimat değiştirip, taraftarı hizaya sokmaya çalışıyor.
Söyleyin Tanrı aşkına.
Hepimize örnek olması gereken vekiller, bu çirkin davranışları
sergilemeye devam ettiği sürece spor alanlarında, sokaklarda ve
evlerde şiddet biter mi?
Kimse kimseyi kandırmasın. Bildiğimiz imam, cemaat meselesi bu! Üfleyin geçer...