Cemal Ersen

Cemal Ersen

cersen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Şenol Güneş’in hafta içindeki açıklamalarını dikkatlice okuduğumuz vakit, iki şekilde yorumlamak mümkün.
Ne diyor deneyimli teknik adam:
“Sorunlar vardır çözülür. Yeter ki arada, iyi niyet, samimiyet, güven, işin üstesinden gelecek enerji ve sağlık olsun. Ben kendi adıma şu an o enerjiyi ve sağlığı taşıdığımı düşünmüyorum.”
İlk yorum; Fiziksel ve zihinsel olarak yoruldum, Trazonspor’dan ayrılacağım.
Devam ediyor: “Çalışma düzeni içinde hiçbir zaman bir yetki beklentim olmadı. Bunu söylerken elbette etkili olmak, düşüncelerimi hayata geçirmek isterim.”
İkinci yorum;
“Başkan ve yönetime saygım sonsuz. Lakin bu ortamda düşüncelerimi hayata geçiremiyorum. Beklentilerim karşılanmaz ise ayrılmam kaçınılmaz olur.”
Şenol Güneş’in vermek istediği mesajın çok da kafa karıştırıcı olmadığını düşünüyorum. Hocanın özellikle sezon başında transfer konusunda ciddi sıkıntılar yaşadığını, başkan ve yönetim ile zaman zaman fikir ayrılığına düştüğünü, kendini yalnız hissetiğini, takımın dışındaki sorunlara kafa yormak zorunda kalıp, konsantrasyonunu yitirdiğini algılamak zor değil.
Tüm bu olumsuzların, enerjisini ve sağlığını etkilediğini görmek de hakeza!
Trabzonspor bu ülkenin şampiyonluk yaşamış 5 büyük kulübünden biri. Nasıl yönetilir bir büyük kulüp? Taraftarı, tesisi ve doğru kaynak kullanımını geçtik. Kurumsallık, profesyonellik, iş bölümü, sorumluluk ve yetki paylaşımının net bir şekilde belirlendiği bir sistemle.
Trabzonspor’un yıllardır en büyük sorunların biri bu. Henüz kurumsal bir kimliği yok. Güneş’in şikayet ettiği de işte tam bu.
Her kulüpte yönetim ve teknik heyet arasında sıkıntılar yaşanabilir. Kol kırılır, yen içinde kalır. Lakin özellikle Başkan Sadri Şener’in alınan her başarısız netice sonrası hedef olarak takımın hocasını göstermesi, eleştiri oklarını ona yönlendirmesi anlaşılabilir bir tarz değil.
Peki Şenol Güneş başarısız mı? Yanlışı yok mu?
Kendine sorarsanız, yanıtı evet.
Dışarıdan gözlerseniz farklı.
Bu takım geçen sezon averajla şampiyonluğu yitirdi.
O kadrodan Selçuk, Egemen, Umut, Engin, Ceyhun gibi çok önemli isimler gitti. İstense bazılarının kalması sağlanabilir miydi? Evet, Çünkü Şenol Güneş öyle istemişti.
Bu yıl 11’i Avrupa, 42’si lig ve kupa olmak üzere 53 maç oynadı.
Şampiyonlar Ligi grup maçlarında küçümsenmeyecek sonuçlar aldı. Normal ligi ve final grubunu üçüncü sırada tamamlayıp, Avrupa biletini kaptı. Üstelik uzun süre haftada iki maç oynayarak. Ve yitirdiği değerli oyuncular, sakatlıklar ile cezalara karşın.
Daha iyisi olabilir miydi? Elbette. Zaten Güneş’in işaret ettiği nokta bu. Neden daha iyisini yapamadığını sorgularken, iğneyi kendine batırıp çuvaldızı masaya koyan Güneş’in söylemek istediklerini anlayan varsa ne âlâ!
Anlayıp çözüm üretmeyi düşünen varsa pek âlâ!
Yoksa mı? Şenol Güneş söyleyeceğini söyledi. Sorunlarından, kişisel hesaplarından, duygusallığından, egolarından arınmış bir yönetim ve onların yanında yer alacak teknik heyetin, Trabzonspor’a vereceği çok hizmet var.
Unutmayalım, Şenol Güneş, Fatih Terim, Aykut Kocaman, Ertuğrul Sağlam, Abdullah Avcı kolay yetişmiyor.
Bakın, elin yabancıları defalarca gönderilse de, dönüp buradaki kapıları aşındırıyor.
Niçin? Kendi evlatlarının kıymetini ancak yitirdiğinde anlayan kulüp yöneticiliğinin makbul sayıldığı bir futbol ülkesinde yaşadığımız için!..

Haberin Devamı

Tek suçlu taraftar! Ya diğerleri?..
Belli ki Sayın Başbakan’ın canı, geçen hafta Kadıköy’de oynanan derbi maçı sonrası yaşananlara çok sıkılmıştı.
Olayları partisinin meclis grup toplantısına taşıyıp, sert bir dille eleştirmesi de alışık olduğumuz cinsten bir tepki değildi.
“Ben de Fenerbahçeliyim” diye söze başlayıp, kupa töreninden sokağa taşan şiddete, stat ışıklarının söndürülmesinden kadın taraftarın ettiği küfüre değin, futbolumuzun son dönemlerde yaşadığı tüm olumsuzlukları dile getiren Başbakan’ın bu sözlerine karşın, ilgililer ve sorumluların “gıkı” çıkmadı.
Ne kulüp yönetimleri, ne teknik adamlar, ne futbolcular, ne taraftar grupları, ne federasyon, ne de medya alındı üzerine!
Aksine, yaşanan çirkinlikler farklı bahanelerle başkalarına fatura edilmeye çalışıldı.
Toplum psikolojisi, insani refleksler, tek taraflı söylemlerin yaratacağı infial, sağ duyulu davranma konusundaki özen göz ardı edilerek, her kesim kendi haklılığını gösterme çabası içine girince, noktayı koymak da Başbakan’a düştü!
Başbakan “Siz beceremiyorsanız, raconu ben keserim” dedi ve özerkliğin fiyakasını bozuverdi.
Aslına bakarsanız Türk futbolunu yönetenler ve kulüpler uzun yıllardır kendi sorunlarına çözüm üretmekten uzak. Kimi güç kavgasında, kimi futbol üzerinden çıkar sağlama
peşinde.
Başbakan’a bir noktada hak vermemek mümkün değil. Kitleleri tahrik eden, nefret tohumları eken, statların savaş alanlarına dönmesine neden olan kimler? Kulüp başkanları ve yöneticileri tartışmasız lider! Zaten Başbakan’ın en sert mesajı da onlara.
Başı sıkışınca, para derdine düşünce, yasal düzenleme gerekince siyasetçilerin kapısını çalanlar da aynı insanlar.
Yıllardır böyle. Sen kendi kendini yönetemez hale gelir, futbolun asli unsurlarının temsil hakkını elinden alır, kulüp ağırlıklı genel kurul yapısı ile basit oy hesapları peşinde koşarsan, gün gelir siyasetçi de kulağını çekiverir! Hem de milyonlarca insanın gözü önünde.
Çok yakında yeniden gündeme gelecek. “Türk takımları falanca yıl Avrupa’ya gitmesin. Hem yönetimsel, hem maddi anlamda kendine çeki düzen versin. UEFA kriterleri yerine getirilsin” söylemlerini işitmemize az kaldı!
Milyonlarca taraftar adına empati yapalım ve soralım:
“Kim sebep oldu bu itici ve gurur kırıcı tartışmaların yaşanmasına?”, “Şike ve teşvik soruşturmasının fitilini kimler ateşledi?”, “Camiaları birbirine kim düşman etti?”, “Taraftarı polisle çatışır hale kim getirdi?”, “Yasaya rağmen holiganların aramızda dolaşmasına kimler göz yumdu?”
Bu tabloda taraftarı sona bırakıyorum. Sıralamayı siz yapın! Bakalım Başbakan haklı mı?..