Meslek hayatımın son 25 yıllık bölümünde aynı hikayeyi dinledim; “Kulüpler Yasası çıkacak, Türk futbolu kurtulacak...”
Hikaye diyorum; hiç bir iktidar döneminde o meşhur yasa Türkiye Büyük Millet Meclisi genel kurulundan geçemedi. Komisyonlara kadar geldi, sonra ne hikmetse tozlu raflara kalktı ya da kaldırıldı!
Nedeni, siyasi partiler arasındaki görüş ayrılığı filan değil. Halen geçerliliğini koruyan tek gerekçesi var; yasa kulüplerin işine gelmedi, gelmiyor, gelmeyecek. Bakmayın Kulüpler Birliği Vakfı toplantılarında yapılan destek açıklamalarına... Takiye yapıyorlar sadece!
Tıpkı kulüp temsilcilerinin geçen hafta üşenmeden Ankara’ya kadar gelip Ak Parti Grup Başkanvekili Mehmet Muş’a çekincelerini iletmeleri gibi! Aslında çekinceleri, “derebeyliklerinin” sona ereceği endişesi... Kulüpler, “ağır cezai yaptırımlardan” şikayet edip, yasaya ayar verme çabasında!
Fakat şu da bir gerçek; konu ilk defa bu kadar ciddiye alınıyor. MHP Kocaeli milletvekili Saffet Sancaklı bıkmadan, yılmadan her platformda yasanın takipçisi olacaklarını söylüyor.
Spor Bakanlığı da işin en ödemli paydaşı. 2020’deki çalıştaydan sonra epey umutlanmıştık. Lakin ülkenin sıcak gündemi, pandemi derken, bildiğimiz senaryo devreye girdi, tasarı yine bir yerlere takıldı kaldı.
Kulüpleri batma noktasına getiren, basiretsiz başkanlar ve yöneticilerdir. Dün, bugün ve yasa çıkmaz ise yarın da sorumlular değişmeyecek. Olmayan paraları harcayan, fahiş faizlerle kredi çeken, gelirinin üç-beş katı borçlanan kulüpleri hizaya getirecek bir güç, bir otorite, bir irade göremedik maalesef!
Tehdit mi var?
Sürekli savunma yapan kulüplerin direncini kırmak kolay değil. Anımsayın; bir kulüp yetkilisi tehditkâr bir tavırla; “Tasarı bu haliyle geçerse, yönetici bulamazsınız.” demişti. Merak etmeyin bulunur!
Bu gücü nereden alıyorlar diye soracak olursanız, yanıtı belli. Yıllardır devam eden “futbol-siyaset” muhabbetinin bozulması işlerine gelmiyor. Futbol öyle cazip bir oyuncak ki; her dönem alan memnun, satan memnun.
Yasaya “dur” diyemezlerse, FIFA-UEFA kozunu kullanmayı planlıyorlarmış. Sanki her işiniz uluslararası kurallara uyuyormuş gibi... Gerçek bilançolarını gizleyenler kim? Kasa tamtakır olunca taraftardan sms ile yardım isteyen kim?
Şimdi aklı başında birileri çıkıp, kirli düzenin tekerine çomak sokmaya kalkınca feryat ediyor beyler!
Açık söyleyeyim, umutlu değilim ve kimsenin samimiyetine inanmıyorum. Roller değişiyor, statükocu zihniyet değişmiyor.
2023 yılından önce Kulüpler Yasası, TBMM’den çıkarsa, ki Türk futboluna yapılacak en değerli hizmet budur; Atatürk Olimpiyat Stadı’nın girişine bu devrimi gerçekleştirenlerin heykelleri dikilmeli! Nokta!
Baktı geçti!
Sular hep aktı geçti,
Kurudu vakti geçti,
Nice han, nice sultan tahtı
bıraktı geçti,
Dünya bir penceredir;
Her gelen baktı geçti...
(Yunus Emre)
Futbola “yabancı” şart!
Federasyon kötü, Merkez Hakem Kurulu kötü, hakemler kötü, VAR kötü...
Bugün has şikayetler değil, son çeyrek asrını biliyorum, hep aynı senaryo.
Kimi aklı evveller, “Yabancı MHK gelsin, maçları yabancı hakemler yönetsin” diyor.
Tek şartla katılıyorum; “Yabancı federasyon başkanı ve üyeleri gelsin. Yabancı kulüp başkanı ve yöneticileri gelsin. Yabancı teknik direktör ve alayı yabancı oyunculardan kurulu takımlar gelsin. Nihayetinde tüm bunları eleştirecek yabancı medya ve yorumcuları da gelsin.”
Nedir bu aşağılık kompleksi? Niçin sizin gibi düşünmeyenleri küçümseyip, kendinizi kıymet biçilmez görüyorsunuz?
Evet bazı şeyler artık değişmeli. Öncelikle futbolu dışarıdan yönettiğini, hakemleri yönlendireceğini, istediği makamlara istediği isimleri atayarak güç gösterisi yaptığını sananlar temizlenmeli, Türk futbolundan ve medyasından!
İşte o zaman yerli ve milli olursunuz!
Avcı kalır, Bulut dağılır!
Büyük camiaların derdi de büyük olur. Hele Fenerbahçe gibi yedi yıldır şampiyonluğa hasret kalmışsanız.
Sezon başında bin bir rica ile takımın teslim edildiği Erol Bulut, yarın kader maçına çıkacak. İşler biraz kötü gitti ya... Artık onu koşulsuz destekleyen, şefkatle sırtını sıvazlayan, övgüler yağdıran dostları yok. Kader birliği yaptığını sandığı “yakın” çalışma arkadaşları da yeni bir macera için aportta bekliyor.
Oysa sarı-lacivertli ekip hâlâ şampiyonluğun en güçlü adaylarından biri... Trabzon’da kazanırsa havasından geçilmez ve kartlar yeniden dağıtılır.
Kaybederse? Dünyanın sonu değil ama, Erol hocaya iki seçenek sunulur: ya istifası istenir veya “yetkileri kısıtlanıp” Volkan Demirel ile Emre Belözoğlu himayesinde çalışmaya mecbur bırakılır.
Ya Trabzonspor cephesi? Abdullah Avcı, veresiye defteri kullanmayan esnaf gibi... Sadece nakit çalışıyor. Ne kazanırsa yetiniyor. Camianın gözünde de kredisi çok. Üç puan bordo-mavili ekibi yarışın içinde tutar, iddialı hale getirir. Beraberlik de öyle... Kaybederse bir-iki çatlak sesin dışında kimse hocanın kellesini istemeye cesaret edemez.
Bu maçta futbol aklını doğru kullanan tarafın kazançlı çıkacağını düşünüyorum. Tartıda konuk ekibin kadrosu ağır çekse de; oyuncuya değil, oynatana bakarım. Bence sonucu teknik direktör kalitesi ve tercihleri belirleyecek. Deneyim, bilgi, alternatif plan üretme becerisi, avantaj sağlayacak.
Eğer bir taktik savaşı yaşanacaksa; iyi futbol, bol gol beklemesin kimse.
Öngörüm; Avcı her durumda salı antrenmanında eşofmanını giyer.
Bulut ise eli boş dönme ihtimaline karşın, takım elbisesini hazır tutarsa iyi eder.