Çaykur Rizespor maçına kadar pek çok spor yorumcusu ve futbolseverin sempati duyduğu bir takımdı Başakşehir.
Kolej havası, kurumsal yapısı, başarılı teknik direktörü ve mütevazı kadrosuyla, bir dönemler “gönüllerin takımı” olan Şekerspor’u çağrıştırıyordu bana da.
Ta ki, o maçtan sonraki kavga olayına dek. Kavga demek yanlış aslında, kavga iki taraf ve eşit sayıda insan arasında yaşanır! Gazetecilerin uğradığı saldırı ve dayak görüntülerinin toplumda büyük infial yaratmasının ardından, kulüp başkanı Göksel Gümüşdağ’ın açıklamaları bir nebze rahatlatmıştı insanları.
Başkan, yaşananlardan duyduğu üzüntüyü dile getirmiş, futbolcuları adına özür dilemiş ve gerekenin yapılacağını ifade etmişti. Doğrusu, Başakşehir kulübüne de böylesi yakışırdı. Bu anlamda ilk adımlar atıldı.
Ama sonra?.. Sanki her şey kurgulanmış gibi, ceza süreci, kadro dışı bırakılmalar, disiplin kurulunun yaptırımları ve Tahkim’in ceza indirimi peş peşe gelince, kafalar iyice karıştı!
Tüm bunlara Ayhan ve Ufuk’un 3’er maçlık cezalarının biteceği hafta kulüpten yapılan af açıklaması eklenince, komplo teorileri gerçek bir senaryoya dönüştü. Hepsi birbirinden ayrı unsurlardı, tek noktaya gelindi!
Evet, Başakşehir ligde ve kupada alkışlanacak işler çıkarıyor. İki kulvarda da şampiyonluk şansı devam ediyor. Şampiyonlar Ligi çantada keklik, kupa da gelirse kaymaklı ekmek kadayıfı olacak... Bursaspor’dan sonra 4 büyüklerin tekerine çomak sokmak ve müthiş rakamların konuşulduğu gelir pastasına ortak olmak, her babayiğidin harcı değil. Başakşehir bunu başarıp futbolumuzu renklendirebilir.
Bir anket yapılsa!
Lakin, sayın Göksel Gümüşdağ kusura bakmasın. Sonuca giden yolda etik değerler üzerinden verilen ödünler ve bu süreçte yaşananlar, zihinlerden kolayca silinebilir mi? Hiçbir başarı, kayırılmış, kollanmış, ayrıcalık tanınmış bir takım olarak hatırlanmanın önüne geçemez.
İmkan olsa da bir anket yapılabilse. Dayak olayından önce ve sonra Başakşehir takımına bakış açısı nasıl değişmiş, reytingler hangi yönde seyretmiş.
Kulübü yönetenler ve sorumlular, “bizi ilgilendirmiyor, işimize bakarız” diyebilirler. Doğrudur. Zaten güzelim oyunu bu ülkede sevimsiz, keyifsiz, çekilmez hâle getiren de, benzer tarz duyarsızlık ve umursamazlıklardır.
Dengemizi bozan, insanları futboldan uzaklaştıran ve farklılıkları ortadan kaldıran, sıradanlaşmak ve olumsuz örnekler üzerinden yapılan centilmenlik dışı ortaklıklardır.
Gönüllerin takımı olmak ve öyle kalmak, bu yüzden zor zanaattır!
Dereyi görmeden paçayı sıvamak!
Süper Lig’in 22. haftasında Beşiktaş deplasmanda Galatasaray’ı yendikten sonra atılan manşetleri, yapılan yorumları anımsıyor musunuz?..
Sezonun bitmesine daha 12 hafta olmasına karşın sarı-kırmızılı takıma 10, Fenerbahçe’ye 12 puan fark atan Beşiktaş için, “Şampi...” yakıştırması yapılırken, ensesindeki Başakşehir’i hesaba katmayanlar, daha o gün ligi bitirmeye karar vermişlerdi sanki.
Aynı tarihlerde biz de şöyle görmüştük tabloyu:
“Derbi sonrası ezeli rakipleriyle açılan puan farkına bakıp, Beşiktaş’ı mart ayı sonunda şampiyon ilan edenler, eminim en çok Fikret Orman ve Şenol Güneş’i rahatsız ediyordur. Aynı tuzağa 2009-10 sezonunda Fenerbahçe düşmüştü. İnsanlar bilerek veya bilmeyerek, şampiyonluklar dört büyüklerin tekelindeymişcesine Başakşehir’i görmezden geliyor. Tıpkı 7 sezon önce Bursaspor’u dikkate almadıkları gibi! Oysa 12 haftalık fikstüre baksalar, Beşiktaş’ın hiç de rahat olmadığını anlayabilirler.”
Bugün hangi noktaya geldik? Beşiktaş önce Başakşehir’e yenildi, sonra Fenerbahçe’ye 2 puan kaybetti. Takipçisiyle puan farkı da ikiye indi.
Bitime üç hafta var. Siyah-beyazlılar avantajı elinde bulundursa da gerçek şu ki, psikolojik üstünlük Başakşehir’de, her an Beşiktaş’ın ensesinde.
İki takım adına da çok büyük sürprizler yaşanmazsa, her hafta bir kader maçına çıkılacak ve nefes kesen yarış belki de son doksan dakikaya kadar sürecek. Kimsenin hata yapma lüksü kalmadı.
Düşünsenize, çok değil bir ay önce Beşiktaş Yönetimi’nin ağır topları, iddialı biçimde Şenol Güneş ile sözleşme uzatılacağını açıklıyordu.
Yeni kontrat şampiyonluğa endeksli değilse, istikrar adına elbette olabilir!
Ya tersi gerçekleşirse?.. Atalarımız boşuna dememiş, “Dereyi görmeden paçayı sıvama” diye!
Altınordu nereye koşuyor?
Futbolun salt başarıya odaklı kaotik ortamında, nadir de olsa iyi işler gördükçe yazmaya devam edeceğiz.
Son örnek yine Altınordu kulübünden. Biliyorsunuz İzmir temsilcisi liglerin yabancı futbolcu barındırmayan tek kulübü. Buna karşılık altyapıya büyük önem veren, Türk gençlerine kucak açan ve yetiştirdiği yıldızlarla dikkat çeken Altınordu, yine bir ilke imza attı.
Daha önce Ajax’ta da görev yapan Ed Graper’i, Elit Performans Direktörü olarak 6-19 yaş takımlarının sorumluluğuna getiren kırmızı-lacivertli kulüp, bu işi de “ehline” teslim etti.
Altyapı antrenörlüğü uzmanlık gerektirir. Eğitimcinin de eğitimli olması şartı, acı da olsa Türkiye gerçeklerine ters düştüğü için, dünyanın en planlı ve ciddi altyapısına sahip Ajax kulübünün deneyimli hocalarından birini transfer etmek, takdir edilecek hamledir. Ülkemiz genç nüfus açısından doğal bir kaynaktır. Tıpkı bir pırlantayı işlemek gibi sabır, dikkat, beceri ve özen gerektirir. Çocuk yaşlardan başlayarak isabetli seçimler yapabilmek, onlara bilimsel metotlarla futbolu sevdirebilmek ve aralarından geleceğin yetenekli oyuncularını yetiştirebilmek, Altınordu’nun “İyi birey, iyi vatandaş, iyi futbolcu” felsefesiyle örtüşen en doğru yöntemdir. Tebrikler...