Bordo-mavili ekibin çeyrek asır sonra şampiyonluk özlemini şike iddialarının gölgesinde averajla kaçırdığı sezon, adeta bugünlerin habercisiydi.
O müthiş kadro yaprak dökümüne uğradığında “gidenlerin yeri nasıl olsa dolar“ tezinin ne büyük bir yanılgı olduğunu görmek uzun sürmedi.
Selçuk, Umut, Egemen, Ceyhun, Jaja ve Engin terk etti gemiyi. Bu sezon başında da Burak Yılmaz.
Artık neden gittiklerini, yönetimin bu oyuncuları niçin Trabzon’da tutamadığını sorgulamak için çok geç.
Geleceğe yönelik dersler çıkarılır mı? Sanmam.
Lakin şöyle bir düşünün. Trabzonspor iki sezon önceki takımı bir arada tutabilse, üzerine de istenen takviyeleri yapabilse ne olurdu?
Örneğin sezona nasıl bir kadro ile başlardı bordo-mavili takım?
Kalede Tolga, önünde Serkan, Giray, Egemen, Celustka (Ferhat) (Bu bölgeye yıllardır çözüm bulunamadı), ortada Volkan, Selçuk, Colman, Alanzinho (Jaja), ileride Umut (Olcan), Burak.
Ya kulübe? “Yıldızlar evde kalsaydı bu transferler olur muydu?” sorusunu es geçip şöyle bir bakalım saha kenarına;
Onur, Halil, Adrian, Yasin, Soner, Cech.
Şimdi diyelim ki, Trabzonspor nefes kesen o yarışı Fenerbahçe’nin önünde şampiyon tamamlamıştı.
O günlerde “Kimsenin arkasından ağıt yakmayız” diyen zihniyet bir bir elinden kaçırdığı yıldızlarına sahip çıkabilecek miydi?
Yoksa onlar, şampiyonluk yaşamış bir takımdan kaçarcasına uzaklaşmak ve yeni limanlara yelken açmak için yine bu kadar ısrarcı mı olacaktı?
Galatasaray’da Teknik Direktör Fatih Terim Selçuk, Ceyhun ve Engin’i istedi, aldı.
Bu sezon başında Burak ve Umut’u kadrosunda görmek niyetinde olduğunu yönetime bildirdi, sözü ikilenmedi.
Egemen gönülsüz de olsa Beşiktaş’ı tercih etti. Jaja problemli adam ilan edilip, arkasından bir kova su döküldü.
Hepsi Trabzonspor için çok önemli isimlerdi. Bugün mumla aranır olmaları, gittikleri takımlarda yeniden keşfedilmelerinden değil, yerleri hiçbir şekilde doldurulamadığındandır. Bakın son iki yıldır yapılan transferlere. Ödenen onca paraya. Yenilerin hangisinden yüzde 50 verim alındı hiç düşündünüz mü? Milyonluk ayaklar kulübenin gediklisi oldu.
Kara mizah mı?
Aslında övünülecek yanı da var bu kara mizahın! İnsanlar espri yapıyor; “Trabzonspor, Galatasaray’ın alt yapısı oldu” diye.
Eğer gerçekler bizim göremediğimiz gibi ise, bu takımın sezon sonunda ama bedavaya, ama parasını alarak üç-beş oyuncusunu daha ihraç etmesi gerekiyor.
Aksi takdirde, kimse kimsenin gözünü boyayıp kandırmaya çalışmasın, yetmişli yılların ortalarında “büyükler” kategorisine terfi eden Trabzonspor, yönetim hataları, yanlış tercihler ve basiretsizlik gibi faktörlerin ön plana çıkmasıyla “gerileme dönemine” girmiş demektir.
Yoksa, bırakın geçen sezonu, son üç aydır bu takımın ihtiyaç duyduğu mevkilere isabetli transfer yapılamaması, başka nasıl açıklanabilir ki?
“Tablo bu kadar karamsar olamaz” diyenler çıkacaktır mutlaka.
Evet belki de öyle.. Hâlâ atılacak adımlar var elbette. Takım içine düştüğü güven bunalımından kurtulabilir. Avrupa treni de kaçmadan, istenen değişim ve yenilenme gerçekleşebilir.
Perşembe günü Videoton karşısındaki takım, ruhuyla, cismiyle, teknik heyetiyle gerçek Trabzonspor değildi. Ben rövanşın zor gibi görünse de, bordo-mavili takımın yüzünü güldürecek bir şekilde neticeleneceğine inananlardanım.
İnsanlar mevkileri, konumları, ağırlıkları ve saygınlıkları ne olursa olsun, hata yaptıklarının farkına varıp, gerçekçi çözüm üretmeye çaba gösterirse, tribünlerden istifa çağrıları yerine pekâlâ alkışların yükseldiğini duymaya başlayabilirsiniz yeniden.
Lakin önemli olan, “Hangi Trabzonspor?” sorusuna samimi yanıt verebilmek!..
O bir devrimci idi!
Yaşı 50 ve üzerindekiler iyi anımsar. Metin Kurt, Galatasaray formasıyla en parlak günlerini yaşarken, aykırı kişiliği ve politik kimliği ile de farklı bir yer edinmişti kendisine. O dönemlerin siyasi karmaşası içinde pek çok düşmanı vardı Kurt’un. Yeşil sahalara veda ettikten sonra da ideallerinden vazgeçmeyen gerçek futbol emekçisi unvanını, yaşamını sonlandırdığı güne dek gururla taşımayı bildi.
Genç meslektaşları kazandıkları paralar ile günlerini gün ederken, o sporculara yönelik sendika çalışmaları ile gündeme geldi bu kez.
2010’un son ayında Devrimci Spor Emekçileri Sandikası’nı kurarken tek acısı, yanında kendi gibi düşünen ve yaşayan çok az sayıda insanı görmüş olmasıydı. Bu tablo umutsuzluğa sürüklemedi Kurt’u. İnadına sürdürdü mücadelesini. Kazanamayacağını bile bile 2011 genel seçimlerinde Türkiye Komünist Partisi’nden İstanbul milletvekili adayı oldu. Sesini daha gür duyurabilmekti tek amacı.
Söylemleri de keskin idi; “Türkiye’de spor denilince akla futbol, futbol denilince de az sayıdaki elit futbolcu geliyor. Günümüzde spor bir oyun, sporcular da oyuncu değil. Spor bir meslek. Sporcular birer işçi, spor yöneticileri işveren. Spor emekçilerine yönelik özel bir spor iş yasası çıkartılması, sendikamızın birinci hedefidir. Özellikle amatör sporcular sigortasız ve sosyal güvencesiz. Teknik direktör, antrenör, masör, malzemeci, hakem, gözlemci, saha komiseri gibi tüm spor emekçilerinin sosyal güvenlik sistemi içine alınmasını sağlayacağız. Sporcular olarak, toplu sözleşme ve grev hakkımızı alacağız”.
Son iki yılını sendikasını yaşatabilmek ve hayallerini gerçeğe dönüştürebilmek için harcadı. Hastalandı, yılmadı. Yatağa düştü aklında hep sendikası vardı. Önceki gün 64 yaşında gözlerini yumarken, ardında gerçekleşmemiş düşler, gözü gibi baktığı sendikanın tabelası ve onu hiç bir zaman anlamayı düşünememiş binlerce meslektaşı kaldı.
Metin Kurt Türk sporunun ve futbolunun devrimci bir neferiydi. Ancak ne gücü yetti, ne nefesi isyan ettiği düzeni değiştirebilmeye.
Biz seni unutmayacağız koca Kurt!..