Futboldaki hızlı gelişim, artık teknoloji ile atbaşı. Bundan 10 yıl önce hakem orta sahadan maç yönetirken, bugün futbolcu kadar koşmalı, sahanın her yerinde pozisyonu takip etmeli ve en doğru kararı verecek fizik kondüsyona sahip olmalı.
Gelelim gerçeklere; oyuncunun yaşı ortalama 28, hakemin 40.
Futbolcu yılda ortalama 1 milyon, hakem 100 bin lira kazanıyor.
Oyuncu fahiş hata yapıyor, haftaya maça çıkıyor. Hakem penaltıyı atlıyor, haftalarca kızağa çekiliyor.
Peki, ortada rahatsızlık veren bir adaletsizlik yok mu?
Olmaz mı? Başından sonuna, adaletsizliğin ağa babası hem de..
Lakin o adaletsizlik futbolun her unsurunda var. Futbolcusu, teknik adamı, hakemi, medyası, tribünü, sokağı... Nasiplenmeyeni yok!.
Daha net verilerden söz edelim o halde.
Yapılan araştırma İngiltere Premier liginden.. 7 yıllık bir emeğin ürünü.
Söz konusu süreçte oyuncuların kat ettikleri mesafedeki artış yüzde 2. Maksimum seviyeye az kalmış durumda.
Ancak kilit nokta şu; yüksek şiddetli koşu oranı, (saate 21 km hız ve üzeri yüksek şiddet olarak kabul edilir) yüzde30 bir artış göstermiş.
Aynı şekilde yüksek şiddetteki aksiyon değişimleri (yan yan, geri geri, kısa mesafe sprint ve ani duruş) yüzde 50 gibi müthiş bir yükselme kaydetmiş.
Sprint mesafeleri ve sayıları yüzde 35 yükselmiş.
Pas oranlarındaki yüzde 40 artış. Hem daha çok pas, hem de daha çok hedefine ulaşan pasa ulaşılmış.
Sonuç olarak, maç içerisindeki ani reaksiyonlar ve hız şiddeti, hakemi fazlasıyla zorlayacak düzeye gelmiş.
Şimdi... FİFA ve UEFA, hakemleri futbolun gelişimine ayak uydurması için yeni testlere zorluyor. Futbolcu ile hakem arasındaki fiziksel yeterlilikler ve yaş farkını gözetmeksizin, sprinter, dayanıklı, ani karar verebilen birer canlı robat yetiştirmeyi hedefliyor!
Bu rekabet, mevcut deneyimleri yok sayacak kadar acımasız görünüyor maalesef.
Futbol endüstrisi katı kurallarıyla hızla gelişirken, hakemlerin ayak uydurmalarının istendiği sistem, dayanıklı, hızlı, ancak duygudan yoksun yeni bir nesil yaratacaksa...
Bugün düzenin getirdiği nimetlerden yararlananlar, yarın aynı akibetin kendilerini beklediğini unutmayacaklar.
Öyleyse... Koş hakemim koş!..
Ahhh be İlhan Ağabey...
Gençlerbirliği başkentin süper ligdeki tek temsilcisi.
İlhan Cavcav süper ligin en deneyimli başkanı.
Lakin son günlerde yaşananlara bakarsanız, kırmızı-siyahlı ekibi hiç de parlak günler beklemiyor.
Mehmet Özdilek ile yollarını ayırdıktan sonra Kemal Özdeş’i takımın başına getiren Cavcav, daha sezonu açmadan genç teknik adamın biletini kesti.
On dakika sonra yeni hoca açıklandı; Mustafa Kaplan.
Her daim Cavcav’ın kadrolu danışmanı! Yani hazır kıta. Gel dersin gelir, git dersin gider.
Bu izdivaçtan mutluluk çıkar mı? Bana sorarsanız asla. Her geçen gün hedef küçülten, takımı yarışmacı kimliğinden uzaklaştıran ve tribünde yalnızlaştıran zihniyet, nasıl başarılı olabilir? Başarıyı bıraktık, ligde nasıl tutunabilir?..
İddia ediyorum. Bu sezon Gençlerbirliği’nden en çok okuyacağımız haber, teknik direktör değişikliğidir.
İlhan abi 34 yıldır başkan. Kaç teknik adamla çalışmış biliyor musunuz? Tam 56. Boşuna dememişler, ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz! Hadi hayırlı sezonlar...
* * *
Bu satırların yazıldığı günün üzerinden iki ay bile geçmedi.
İlhan Cavcav Bursaspor yenilgisi üzerine, o çok sevdiği Kaplan’ı görevden alıp, “Takımı sahaya ben çıkaracağım” fetvası verdi.
Bekliyorduk ki eşofmanlarını giysin, Beştepe’de antrenmana çıksın, teknik taktik 50 yıllık birikimini anlatsın ve herkesi rahatlatsın!
Ahhh, şu diploma sorunu olmasa...
Ne Ersun Yanal’a teklif götürmeye gerek kalır, ne de Sergen Yalçın’ın tazminatı canını sıkabilirdi!
Ben 30 yıldır tanırım, camia 50 yıldır. Doğru yanlış ne bildiyse futbola katkısı yürektendir, candandır ve çoğu zaman haklıdır. Ama... Yetmez mi artık İlhan abi?..
Sen zaten farklısın, duayensin, abisin...
Öyle kalmak ve hatırlanmak için, daha ne beklersin?..
Bâki kalır!..
Eskiler, okumuş yazmış “Atatürk” Türkiye’sinde “eğitim” süzgeçinden geçmiş, memlekete yararlı olacak bireylere saygı gösterir, itibarlı vatandaş muamelesi yapardı. İmkanlar kısıtlı, iş alanları dar ve ülke gerçekten zor bir süreçten geçiyordu.
Bugün üniversiteli diyoruz onlara. Sayısını bile bilmediğimiz kadar yüksek öğrenim kurumunun, yılda kaç mezun verdiğini kestiremiyoruz. Yüzde kaçının iş bulabildiğini ise, rakamlara bile dökemiyoruz.
Onca emek, çaba, harcanan para, geçmişteki saygı ve itibarı sağlayamıyor maalesef!
Zaten kimse de bakmıyor niceliğe, niteliğe, yeteneğe ve karaktere.
Siyaseten arkanı sağlama aldın mı?..
Önemli mevkilerde eşin dostun var mı?..
Dünya görüşün ne olursa olsun, düzeni içine sindirdin mi?..
O zaman, yürü ya be kulum?..
Hele bir de hasbelkader mevki, makam sahibi olduysan... Geçmişin ezikliklerinle hesaplaşmaya kalktıysan... Yetersizliklerini insanları suçlayarak örteceğini sandıysan...
Offf, offf!
Eskilerle başladık, eskilerin günümüze cuk oturan sözüyle bitirelim:
“Okumak cehaleti alır ama... O şey hep bâki kalır!.. Anladın sen onu!