Hacettepe Üniversitesi Doping Kontrol Merkezi'nin numune analizinde yaptığı fahiş hata Fenerbahçeli kadın basketbolcusu Taurasi'ye denk gelmeseydi, ortalık bu kadar karışır, utanç verici bu durum günlerdir tartışılıyor olur muydu? Sanmam.
Ne Gençlerbirliği kaptanı Orhan Şam, ne Karssporlu Ali Mesut, ne de Ceyhan Belediyesporlu Monique yakalarına iliştirilen "dopingci" yaftasından bu kadar kolay sıyrılabilirdi.
Yaşadıkları sürece bu unvanla anılır, genç yaşlarında sporla vedalaşmak zorunda kalabilirlerdi.
Taurasi ne yaptı?
Dünyaca ünlü bir sporcu olmanın sorumluluğu ve kulübünün desteği ile bastırdı parayı, İsviçre'deki merkezden masumiyet sertifikasını alıp, gözümüzün içine soktu.
Peki, Orhan Şam veya Ali Mesut, onun gibi haklılıklarını kanıtlayacak bir girişimde bulunabilir miydi? En basitinden maddi güçleri yeter miydi?
Belki. Ama aklandıktan sonra bile sesleri, mağduriyetlerini duyurmaya yetmedi.
Skandalın boyutu büyük, Türkiye'nin imajına inen darbe ise yıkıcı oldu.
Hacettepe Üniversitesi Rektörü Uğur Erdener hafta başında düzenlediği basın toplantısında hem mahcubiyetin, hem de yıllar boyu harcanan emeklerin heba olmasının üzüntüsünü taşıyordu. Haksız da değildi.
Gönlüm razı olmuyor
Önce şunu kabul edelim; dopingli yakalandıkları açıklanan sporcuların haftalar boyu yaşadığı sıkıntı ve psikolojik çöküntüyü yok sayacak bir mazeret üretilemez. Üretilse de, aklı selim tarafından kabul göremez.
Lakin, insana ve teknolojiye yapılan on milyonlarca dolarlık yatırımın yaşanan bu skandal yüzünden yok sayılmasına, benim gönlüm razı gelmiyor.
Ezici çoğunluk infaz kararını verip, merkezin WADA nezdindeki akreditasyonunun iptal edilmesini talep ederken, bilmiyorum bu faktörleri göz önünde bulunduruyor mu?
Taurasi'yi, Orhan'ı, Ali'yi, Monique'yi kazanırken, neler kaybettiğimizi düşünüyor mu?
Evet, Hacettepe Doping Kontrol Merkezi özellikle Prof. Dr. Aytekin Temizer'in başkanlıktan ayrılmasından sonra kötü yönetilmiş, WADA'nın öngördüğü çalışma koşulları ve nitelikli personel kriterlerinden uzaklaşmış olabilir.
Ancak sorumlular ortada. Hesap sorulması gerekenler orada.
Atılması gereken adımlar, alınması gereken önlemler belli iken, on yıla yakın bir süredir dünyanın sayılı merkezlerinden sayılan Hacettepe'nin kapısına kilit vurulmasını istemek, hangi vicdana ve akla sığabilir ki?
Sarsılan güven
Alın işte, ilk tepki Futbol Federasyonu'ndan geldi.
Liglerde yapılacak doping kontrollerinin analizleri artık Köln'deki merkeze gönderilecek. Yüz binlerce euro yurt dışına akacak.
Üstelik henüz WADA'nın, Hacettepe'ye bir yaptırım uygulanması söz konusu değilken.
Biliyorum, sarsılan güvenin yeniden ihdas edilmesi, onca emeğin kısa sürede yerine konması kolay değil.
Gelin sporcusu, yöneticisi, medyası, sporseveri olarak böyle bir infaza kayıtsız kalmayalım.
Amacımız skandala kimler yol açtı ise gerekli cezayı almasını ve merkezin yitirdiği prestijini yeniden kazanmasını sağlamak olmalı.
Göz yummayalım
Ödetmeye çalıştığımız faturanın Türkiye'ye daha fazla zarar vermesine göz yummayalım.
Şundan eminim; WADA Hacettepe'nin akreditasyonunu askıya aldığı veya iptal ettiğinde rahat uyuyanlardan, elini ovuşturup haklılığını kanıtlamış olmanın gururunu yaşayanlardan biri olmayacağım.
Lütfen siz de olmayın!
Bu ülkenin yarattığı değerler ve kurumlar hepimizin. Ders çıkaralım. Kulağımıza küpe yapalım.
Ama bir kalemde üzerini çizmeyelim.
Cennetlik hakemler
Adamın biri ölüp cennetin kapısına dayandığında, baş melek durdurur:
"İçeri girmeden önce sorularıma cevap vermelisin?"
"Hayatın boyunca tam anlamıyla iyi bir iş yaptın mı?"
Adamcağız uzun uzun düşünür, hafızasını zorlar, ama ne yazık ki yaptığı iyi bir şeyi hatırlayamaz.
Melek tekrar sorar:
"Peki, hiç cesaret gerektiren bir şey yaptın mı?"
Adam hemen atılır gururla:
"Yaptım, tabii!"
"Anlat bakalım, neymiş bu cesur iş?"
"Ben futbol hakemi idim. Falanca takımla filanca takımın maçını yönetiyordum. Maçın son dakikasında falanca takım aleyhine penaltı çaldım."
"Vayyy, gerçekten cesurmuşsun, hadi geç bakalım" der melek.
Cennetin kapıları açılır. Hakem tam geçecek iken, melek merak eder:
"Ne zaman oynanmıştı bu maç?"
"Biteli üç beş dakika oluyor".
BRAVO PFDK’YA
Geçen hafta İstanbul'un göbeğinde, Eyüp Stadı’nda bir hakem katliamı yaşanırken, kamuoyunun olaya gerekli duyarlılığı göstermemesinin iki nedeni olabilir diye düşündüm;
Bir, insanın tüylerini diken diken eden o görüntüler Süper Lig maçında yaşanmadığı için önemsenmedi!
İki, hakemler linç edilmekten son anda kurtuldukları için "haber değeri" kalmadı!
Defalarca izledim. Bir futbolsever olarak utandım.
Merakım, Disiplin Kurulu'nun Eyüpspor'a nasıl bir ceza vereceği yönündeydi ki, federasyonun en doğru, en objektif işleyen kurulu ibretlik bir karar aldı.
PFDK, Eyüpspor'a 5'i tarafsız sahada olmak üzere 8 maç seyircisiz oynama cezası kesti.
Reşat Bostan ve kurulunu bu yürekli ve örnek tavırlarından dolayı kutluyorum.
Ya hakemine sahip çıkması gereken MHK ne yaptı biliyor musunuz?
Koyun can, kasap et derdine düşmüş derler ya, beyler neredeyse ertesi gün haberdar oldu olaydan.
Darp edilen hakemler statta yalnızdı. Hastanede rapor alırken yalnızdı. Evlerine dönerken de hakeza.
MHK'den bir tanrının kulu çıkıp da "Bir şeye ihtiyacınız var mı? Geçmiş olsun" deme gereği hissetmedi bu çirkinlikler yaşanırken.
Taa ki ertesi güne kadar!
O.Y. biraderlerin AKP milletvekili Abdurrahman Arıcı'ya bir haftada nasıl üç kez gözlemcilik vereceğinin hesabını yaparken, hakemini unutmasını yadırgamıyorum.
Çünkü onlar hâlâ vekil sayesinde Haziran ayındaki federasyon genel kurulundan sonra koltuklarını koruyabilme telaşındalar.
Hakem sopa yemiş, ölümden dönmüş kimin umurunda?
Zaten O.Y. biraderlere de bu yakışırdı. Bir tebrik de size. Vallahi bravo!