Bugün Türkiye Futbol Federasyonu’nun “seçimli” genel kurulu var.
Nihat Özdemir tek aday olarak gireceği seçimden TFF’nin 69. başkanı olarak çıkacak.
Bugüne kadar adaylık başvurusu yapanlardan gerekli imzayı toplayan olacağını sanmıyorum. Zaten onların amacı medyada bir-iki gün isimlerin geçmesi. Ciddiyetten uzak ve trajik bir durum.
Ama keşke diyorum. Keşke en az bir aday daha kürsü çıkma şansı bulup projelerini anlatabilseydi.
İşte o zaman ilan edildiği gibi “seçimli” bir genel kurul yapılabilirdi. Aslında yıllardır durum böyle.
Demokrasi ve çok seslilikten söz ediliyor, ama tek aday oylanıyor. Orada da eller kalkıp iniyor.
Anımsadığım son seçim, 1 Ocak 2006’daki genel kurulda yaşandı. Ayhan Bermek ile Haluk Ulusoy yarışmıştı. O günkü siyasi konjonktüre rağmen Ulusoy Federasyon Başkanı seçilmiş, fakat, görev süresinin yarısını tamamlayamadan “olağanüstü” genel kurulla ayrılmak zorunda kalmıştı.
İki kritere dikkat
Özdemir, spor medyasının “Nihat ağabeyidir.” Futbolla iç içe geçirdiği uzun zaman, başarılı iş insanı kimliği ve deneyimleriyle Türk futbolunu yönetme sorumluluğunu üstlenecek yeterliliktedir. Artısı; her kesimden destek ve küçümsenmeyecek bir kredisi vardır.
Lakin; Türkiye’de federasyonun başarısı, A Milli Takımın saha sonuçları ve hakemlerin performansıyla değerlendirilir.
Herhangi bir olumsuzlukta, tercihleri yapan federasyon başkanı ve yönetimi sorumlu tutulur. En çok bu iki paydaş kafa ağrıtır, can sıkar.
Alt yapı, tesis ve diğer hayati önem taşıyan projeler kimsenin umurunda değildir.
Nihat Özdemir’in söylediği gibi, işlerin doğru yürümesi için “kulüp formasını” üzerinden çıkarıp hizmet edecek yöneticilere ihtiyacı var futbolumuzun.
Kulüplerin ise kendi temsilcilerini listelere sokup hakları “korumak-kollamak” gibi bir telaşı...
Bu arz-talep (!) ortamında ne kadar objektif kalınabilir, yaşayıp göreceğiz.
Kurulların önemi
Ve kurullar. Tahkim, Disiplin, Merkez Hakem Kurulu. O basın toplantısında Özdemir’in “tüm kurulları yeniden atayacağız” ifadeleri farklı yorumlandı.
Bir kesim sil baştan düzenleme, bazıları da radikal bir değişim beklenmediği şeklinde algıladı. Oysa bu bir prosedür, başka ne söyleyebilirdi ki?
Açıkçası ben de öyle düşünüyorum. Elbette yeni isimler ve yüzler olacaktır. Ancak olağanüstü bir sürpriz beklemiyorum.
Tahkim ve Disiplin yargıda, MHK ise sahada “adaleti” sağlamakla yükümlü kurullardır. Ne yazık ki son dönemlerde üçünden de beklenen verim alınamadı.
Şimdilerde kulüpler eski alışkanlıklarını sürdürüp bu kurullara kendi adamları yerleştirme konusunda hummalı bir kulis çalışması yapıyor. Sayfalarca liste hazırlandığını biliyorum.
İşi ehline ve liyakat sahibi kişilere teslim edemezseniz, daha ilk dakikada güven duygusunun zedelenmesine yol açabilirsiniz. Bu felsefe, TFF çatısı altındaki her birim için geçerlidir.
Nihat ağabeyi Ankaragücü’ndeki yöneticilik dönemlerinden tanırım. Aramızda yılların hukuku var. Elbette başarılı olmasını ve Türk futboluna katkı sağlamasını isterim.
Bu yüzden diyorum ki; seçimden sonra tez vakitte kurullarını açıklamalı ki, hatır-gönül ilişkileri, dayatma, rica gibi baskılara maruz kalmasın, ortalık sulanmasın.
Terim’e ceza değil, teşvik!
Futbol Federasyonu Profesyonel Disiplin Kurulu son dönemlerde tam bir komedi sergiliyor.
Yazmak boynumuzun borcu. Azıcık talimat bilen ve kurcalayanlar, “garip” işler döndüğünü görebiliyor.
İşin acı tarafı, PFDK’nın dokunulmazlığı varmış gibi kimse eleştirmiyor, sorgulamıyor.
İşte size yakın zamana dair iki örnek;
İki hafta önce Çaykur Rizespor Kulübü Başkanı Hasan Kartal’a verilen, pardon verilemeyen cezaları konuşmuştuk.
Federasyon Hukuk Müşavirliği, “silahım olsa vururdum” diye hakemi “tehdit eden” ve ardından müsabaka temsilcisine “saldıran” Kartal’ı, tedbirli olarak PFDK’ya sevk etmişti.
Sonuç? Talimata göre 100 günden az ceza almaması gereken Kartal 11 günle kurtuldu.
Neden? PFDK sevk gerekçeleriyle oynayıp başkanı masum ilan etmeyi kafasına koymuştu belli ki.
Gelelim Fatih Terim’in Başakşehirspor maçında karıştığı olaylara. Dünya alem gördü yaşananları. TFF temsilcileri de rapor etti. Hukuk Müşavirliği ise Terim’in dosyasını “saldırı” ve “tedbire uymamak” gerekçeleriyle PFDK’ya gönderdi.
Sonuç? Her iki eylemden dolayı 9 maç ceza almasına kesin gözüyle bakılan Terim 3 maçla kurtuldu! Üstelik bu sezon 7 maçlık bir sabıkası daha varken!..
Şimdi soruyorum; bu ceza mıdır, ödül mü? Suça teşvik midir, caydırıcılık mı?.. Aynı olayda rol kapan Hasan Şaş’ı kim bu hale getirdi?
Terim’in elbette sesinin çıkması beklenemez. Çünkü hoca da “güçlünün adaletinden” yana olanlarla aynı safta duruyor.
Bence haksız değil, devir öyle bir devir!
Hasan Kartal’ın Karadeniz usulü uyardığı hakem, topun ağzına kondu. Akıbeti belli değil.
Terim’i hadsizce (!) rapor eden temsilcileri nasıl bir son bekliyor, onu da merak ediyorum!
Bursa stadındaki vandallar!
Hafta içinde Bursa’da oynanan maçta 1. Lig’e yükselen son takım Sakaryaspor’u yenen Karagümrükspor oldu.
Daha ilk düdük çalmadan sahaya atılan patlayıcı maddelerin yarattığı sis ve duman yüzünden oyun 12 dakika geç başladı.
Sonrasında yaşananlar ise tam bir facia.
Ertesi gün statta yapılan incelemede Sakaryaspor taraftarının bulunduğu bölümde 1.5 milyon liralık hasar tespit edildi. Koltuklar kırılmış, tuvaletler harap edilmiş. Sanki bir savaş yaşanmış.
Devlet yüz milyonlarca liralık çağdaş statlar yapıyor. Seyircinin konforu ve rahatlığı için. Hiç çekinmeden söyleyeceğim, bu vandallar ne yapıyor?
Acımasızca yakıp, yıkıyor. Oysa o tesisler ödedikleri vergilerle inşaa ediliyor.
İstediğiniz kadar çabalayın. Mevcut futbol kültürünü değiştiremediğimiz sürece, her olaydan sonra tribün anarşisini lanetlemeye devam ederiz biz!