Süper Lig yayın ihalesinde geri sayım başladı. Geçen hafta Türkiye Futbol Federasyonu ve Kulüpler Birliği Vakfı, ihale koşulları ve gelen teklifleri değerlendirmek üzere üzere bir araya geldi. İhaleye katılmak isteyen biri yurt dışı olmak üzere, 6 firma olduğu açıklandı. Belli ki kıyasıya bir rekabet olacak.
Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Yıldırım Demirören, yeni ihaleden 600 milyon dolar civarında bir gelir hedefledikleri ifade etti. Avrupa futbolunun önder liglerine bakarsanız, rakam çok fazla değil. Çünkü Türk futbolunun uluslararası piyasa değeri bu...
Hani yayında Premier Lig modelini, hakemlikte İngiliz sistemini, yabancı transferinde falanca ülkeyi taklit ediyoruz ya!
Sanıyoruz ki, bunları yaptığımız vakit Türk futbolu şahlanacak, oluk gibi para akacak, geçmişteki hatalar tekrarlanmayacak ve ortalık güllük gülistanlık olacak.
Nasrettin Hoca’nın göle maya çalması gibi bir şey bu!
150 milyonluk artış
Kulüpler Birliği Vakfı’nın uzun zamandır önemli bir talebi var. Futbol Federasyonu’nun yayın gelirlerinden aldığı yüzde 10’luk payın, yüzde 4’e düşürülmesi... Dolayısıyla Süper Lig kulüplerinin gelirlerinde yüzde 6’lık bir artış kaydedilmesi... İhalenin 600 milyon dolar üzerinden sonuçlanacağını varsayarsak, yeni katkı 36 milyon dolar (110 milyon TL) civarında hesaplanıyor. Buna, federasyonun yayıncı kuruluştan aldığı ve 2-3. lig kulüplerine aktardığı yüzde 2’lik pay olan 12 milyon doları da eklersek, (36 milyon TL) rakam 150 milyon liraya yaklaşıyor.
Buraya kadar her şey iyi, güzel ve mantıklı... Futbol Federasyonu da aynı düşüncede olmalı ki, konu taraflar arasında imzalanan protokolle resmiyete döküldü.
Lakin ortada bir-iki ufak (!) sorun var. Federasyonun yayın gelirlerinden elde edeceği pay, 5894 sayılı kanunla belirlenmiş. Bunu protokol ile değiştirmek, ileride hukuki tartışmalara yol açabilir.
Denebilir ki, TFF gelirlerini dilediği gibi kullanabilir. Doğrudur. Peki ya, TFF Genel Kurulu’nda Süper Lig dışında kalan kulüpler buna karşı çıkarsa? Onların da onayını almak için bir genel kurul kararı gerekmez mi?
Diğer konu, Başkan Demirören’in işaret ettiği gibi, federasyon, BAL Ligi kulüplerine yılda 60 milyon civarında bir kaynak aktarıyor. Yayın payı yüzde 4’e düşerse, amatör kulüplere katkı sona erer. Demirören, protokolü imzalarken BAL Ligi’nin Spor Bakanlığına bağlanması şartını koştuklarını açıkladı. Bakanlık bu teklife “evet” demeden işi oldu bittiye getirmek, Türk futbolunun altyapısına dinamit koymak demektir.
Kimse yanlış anlamasın, şeytanın avukatlığını yapmıyoruz, yaşanabilecek olumsuzlukları sıralıyoruz.
Aman dikkat!
Tabii ki Süper Lig, futbolumuzun lokomotifi. Gelirlerin artırılmasını istemeleri hakları... Pazarlama yöntemleri ve stratejilerinde söz sahibi olmaları da en doğalı.
Ancak, detaylar tartışılmadan, futbolun diğer paydaşları unutulmadan, bakanlığın garantisi alınmadan, sırf kulüplerinin gelirlerini yükseltelim derken, futbolun dinamiklerini bozacak girişimler, ciddi sıkıntılar doğurabilir.
Yıllık bütçesindeki hatırı sayılır bir miktardan (yüzde 25) vazgeçmeye hazırlanan TFF, yatırım, kulüplere tesis yardımı, eğitim, idari giderler, hakem ücretleri gibi kalemlerde kısıtlamaya gitmek zorunda kalırsa, şaşırmayalım! Bunun sonuçları ise paraya endekslenmiş Süper Lig kulüplerine değin uzanacak etkileşimlere yol açabilir.
En önemlisi, yayıncı kuruluş ödemeleri geciktirdiğinde, TFF transfer dönemlerinde kasasındaki nakitten kulüplere “can suyu” veremeyebilir. ‘Dikkat’ deriz!
Bu tarz köklü reformların daha profesyonelce yapılması, kaş yapayım derken göz çıkarılmasını engelleyebilir. Henüz vakit varken, özellikle hukuki sorunlara neden olacak konular gözden geçirilebilir. Naçizane fikrimiz budur...
‘Sözde’ meslek, hakemlik!
Profesyonel sözleşme imzalayan hakemler, geçmişte yaptıkları işlerden feragat ettiler.
Kimi kamuda çalışıyordu, kiminin özel sektör bağlantısı vardı. Bazısı devletteki tazminatlarından vazgeçti.
Dolayısıyla meslekleri, artık “hakemlik” idi. Yaş sınırına gelinceye kadar, aileleri ile birlikte hayatlarını sürdürecekleri gelirleri ve birikimlerinin tek kaynağı hakemlik olacaktı.
MHK’nin yeni sözleşmeleri 4 yıl yerine 1’er yıllık yapması kafaları karıştırdı. Yani, hiçbirinin uzun süreli bir garantisi yoktu.
“Kadrodan çıkarılanlar ne yapacak? Devlet memurluğuna ve kamudaki işlerine geri dönebilecek mi?” gibi sorular MHK’yi ilgilendirmiyor olabilir, ancak hakemleri derinden düşündürdüğü aşikâr.
MHK Başkanı ve üyeleri, yarı fahri yaptıkları bu görev sonlandığında, halen devam eden uğraşlarına dönebiliyor. Onlar için tehlike yok.
UEFA eğitimcisi Roberto Rosetti de, yaptığımız söyleşide konuya dikkat çekmiş ve uyarmıştı:
“Süper Lig hakemleri yoğun biçimde maç yönetiyor. Antrenman yapıyor, seminerlere katılıyor. Dışarıda düzenli bir iş yapmaları mümkün değil. Yarım zamanlı bile zor. O yüzden, hakemlik kariyerlerini tamamladıklarında, yaşamları sürdürebilecekleri işi şimdiden planlamaları şart. Aksi takdirde, hakemlik sonrası büyük bir depresyon yaşarlar.”
Rosetti’nin dediğini yapmak kolay mı? Bu koşullarda değil!
Sözleşmeli 22 hakemin en az 10 tanesi yarın kaygısı taşıyor. Diğerlerinin kaderi ise hakem şansına bağlı. Örnek, Deniz Ateş Bitnel’in yaşadığı trajedi...
Türkiye’de profesyonel hakemliğe apar topar geçildi. Altyapısı ve planlaması aceleye geldi. İleride karşılaşılacak sorunlar göz ardı edildi. Haksız rekabetin önü açıldı.
TFF sitesine girin bakın. Mesleklerinin karşısında ne yazıyor? Hakemlik mi?
Hayır. Onlar hâlâ birer sigortacı, mühendis, yönetici, eğitimci, diş hekimi ve öğretmen!
Neden? Çünkü sezon bittiğinde ne olacaklarını, MHK dahil kimse kestiremiyor da ondan!