Trabzonspor taraftarını Fenerbahçe maçında takdir ettim. Doksan dakika takımlarını büyük bir coşku ile desteklediler. Maç öncesi hazırlanan koreografi mükemmel idi. En sevindirici olanı, tribünlerin geçmişteki hataları tekrarlamaması idi. Malum nedenlerden dolayı son yıllarda yaşananlar hafızalarda. Bu defa her şey çok güzeldi. Hakkını verelim; Volkan Demirel’in seremonide minik Trabzonluyu kucağına alıp, üşümesin diye eşofmanını giydirmesinin de katkısı büyüktü, bu ortamın oluşmasında.
Hayret ettiğim bir gelişme vardı. Futbol Federasyonu hukuk müşavirliği, Trabzonspor’u disipline sevk etmişti. Gerekçesi merdiven boşluklarının boş bırakılmaması ve kötü tezahürat! Sayın temsilciler, ilkini anlarım da, ikincisi biraz ağır oldu. 15 sezondur Trabzonspor’u takip ederim, ilk kez bir Fenerbahçe maçının bu kadar “temiz” geçtiğini gördüm. Eller rapora giderken, rutin uygulamadan uzaklaşıp bu atmosferi de değerlendirseydiniz keşke. Galiba ilk kez bir Trabzonspor- Fenerbahçe mücadelesi izlediniz!
Adaşını unutmayın
Gelelim konumuza. Bu güzel taraftar, bazen takıma istemeden de olsa zarar verebiliyor. Örneğin kendi futbolcusunu, özellikle de alt yapıdan yetişmiş gençlerini zaman zaman kırabiliyor. Fenerbahçe maçında Yusuf Yazıcı’ya yapıldığı gibi. “Sosa” sahaya çağrılırken, hedef belki isim verilerek Yusuf değildi ama, o oyuncunun bundan ne kadar etkilendiğini de anlamaya çalışmak lazım.
Dikkat edin, Yusuf’un beklenenin altında kaldığı maçlarda ön liberoda çoğunlukla Kucka oynuyor. Oysa, Onazi- Okay ikisinin önünde Yusuf çok daha verimli oluyor. Bu bir gerçek. Onazi mücadele eden, pas trafiğine katkı sağlayan ve hücuma yatkın stiliyle, Yusuf’un işini kolaylaştırıyor. O olmadığı zamanlar Yusuf Yazıcı’nın adam kovalamaktan, savunmaya kadar gelip top kullanmaya çalışmaktan canı çıkıyor. Neden, çünkü Okay yalnız kalıyor.
Haddimiz değil bir teknik direktörün tercihlerini eleştirmek. Ancak, Yusuf’un aynaya bakıp öz eleştiri yapmasını isteyenler, genç futbolcunun neden gerilediğini de samimi biçimde sorgulamak ve çözüm üretmek zorundalar. Böyle değerleri yetiştirip kazanmak kolay değil. Bitirmek ise üç maça bakar. Adaşı Yusuf Erdoğan’ın neden Trabzon’dan koptuğunu, şimdi hangi noktaya geldiğini unutmayalım. Aman dikkat!
Burak yoksa, Trabzon yok mu?
Hocası uzun zamandır Burak Yılmaz’ın ağrılar içinde oynadığını, ancak arkadaşlarını yalnız bırakmadığını söylüyordu. Sonunda beklenen oldu. Burak sosyal medya hesabından iki hafta takımdan uzak kalacağını açıkladı. Burası da ilginç. Kulübün sağlık heyeti, doktoru yok mu ki, sakatlığı duyurmak futbolcuya kalıyor? Yarın her kafasına esen benzer yolu kullanırsa, nerede kaldı kurumsallık diye sormazlar mı adama?
Her neyse; bu sezon Trabzonspor’un skor yükünü çeken Burak Yılmaz’ın yokluğunda neler olacağını hep beraber göreceğiz. Takımın 36 golünün yarıya yakınını Burak atmış. Oynadığı maçlarda bordo-mavililerin kazanımları ortada. Trabzonspor’un zirveye tutunabilmesi için Göztepe ve Gençlerbirliği sınavlarını hasarsız atlatması şart. Bu sakatlık, Rodallega için ise fırsat. Eğer, “nasıl olsa iki hafta sonra yine kulübeye döneceğim” diye düşünür ve nöbetçi forvet psikolojisine girerse, vay Trabzonspor’un hâline.
Görev hocanın!
İşte bu noktada teknik direktör faktörü devreye girmeli. Rıza Çalımbay’ın ona ihtiyacı olduğunu değil, değerli olduğunu hissettirmesi gerek.
Kolombiyalı’nın ne kadar profesyonel davrandığını ve işine odaklanmaya çalıştığını biliyoruz. Şimdi kapris yapma değil, kazandığı paranın karşılığını verme vakti. Sürekli oynamaması elbette dezavantaj. Hugo sadece kupa maçlarının adamı değilse, iki karşılaşmada da takımın önemli bir parçası olduğunu göstermeli.
Sadece o mu? Herkes farkına varmalı yaşananların. Transfer isteyen, ancak hevesi kursağında kalan teknik direktör, verdiği sözleri yerine getiremeyen başkan, o formayı giyen tüm futbolcular görmeli, beklentilerin altında kaldıklarını. Camia, takımın sıradanlaşmasını ve futbolcuya dayalı düzeni kabul etmiyor artık.
Trabzonspor çok bilinmeyenli bir sürece giriyor. Burak’sız maçlarda hedefinden uzaklaşırsa, bugüne kadar üzeri kapatılmaya çalışan sorunlar gün yüzüne çıkar ki, toparlanmak, ayağa kalkmak ve yarışa iştirak etmek için çok geç olabilir. Dolayısıyla, bol keseden atılan 50. yıl söylemleri de fiyaskoya dönüşebilir!
Karabük, bu ne iştir?
Ara transferde “dünya futbol tarihine” geçti Karabükspor. Tam 13 oyuncu gönderildi, 14 yeni isim alındı. İşin ekonomik boyutunu konuşmuyoruz bile. Sanki sezon başı ve yeni bir takım kuruluyor. Bu trajediyi yazan da bir Süper Lig kulübü. Türk futbolu nasıl batıyor diye hiç kafa yormayın. Bakın, sorumlularından biri orada duruyor!
Örnek yurttaş, Yunus kardeşim!
Şiddet, bu kez genç bir futbolcu kardeşimizi kopardı aramızdan. Yunus Emre İzol, İstanbul’da saldırıya uğrayan bir kadını kurtarmaya çalışırken, aldığı bıçak darbeleriyle yaşamını yitirdi. Son yıllarda giderek artan ve kadını hedef alan şiddete duyarsız kalmayan bu kardeşimiz, insanlığının kurbanı oldu. Baba İzol’un, “Her türlü şiddete karşıydı. Yapanları kınardı. Kimsenin hakkının yenmesine göz yummazdı. İşini ve futbolu çok severdi. Yunus ile gurur duyuyorum, o bir kahraman” şeklindeki sözlerinin her cümlesinden çıkarılacak dersler var.
Devletin birinci önceliği, vatandaşının yaşam hakkını korumak, bununla ilgili her türlü önlemi almak, mağdurlara kanat germek ve şiddete başvuranlarını en ağır şekilde cezalandırmak olmalı.
Yunus kardeşimiz bir yurttaş olarak üzerine düşen görevi yaparken, hayatını kaybetti. Onun cesareti örnek olmalı hepimize. Işıklar içinde uyusun. Gözümüzü açma ve şiddetin her türüne topyekün karşı durma zamanı geçiyor. Yeter, uyanalım artık!