Aziz Yıldırım’ın ilk yarı sonunda hakemlerle ilgili söylemlerini okuyunca “Tanrı yardımcıları olsun. Bundan böyle Fenerbahçe maçına çıkacak hakemin eli ayağı titrer” diye düşünmüştüm.
Bu sözler en kibar tabirle gözdağı, “Ayağınızı denk alın” uyarısıydı.
İyi de, başarısızlık halinde taraftara açıkça hedef gösteren Başkan çok daha önemli bir şeyi göz ardı etmiyor muydu?
Yeni Malatyaspor ile oynanan kupa maçında bu faktörü milyonlarca kişi izledi ve gördü.
Yıldırım’ın göremediği, belki de görmek istemediği şey takımının kendini sabote ettiği idi.
Fenerbahçe’nin rakibi ne Trabzonspor, ne Bursaspor, ne de hakemler.
Tek rakibi var, o da kendisi.
Yoksa sahaya formasını koysa oynamadan yener diye düşünebileceğiniz bir rakip karşısında bu kadar aciz, çaresiz, utanılacak durumlara düşer miydi koskoca Fenerbahçe?
Yeni Malatyaspor’u asla küçümsemiyorum. Aksine, yürekleriyle oynayan, son düdüğe kadar daha iyisini yapmak için mücadele eden tüm oyuncularını kutluyorum. Çünkü onlar dersini iyi çalışıp, birilerine ders vermeyi bildi.
Benim sözüm, ruhunu yitirmiş, teknik direktörü ile futbolcu arasındaki saygı bağı zedelenmiş, adeta gizli bir iç savaşın yaşandığı Fenerbahçe takımına.
Böyle bir futbolcu topluluğunun dokuz puan geriden gelip şampiyonluk yarışına ortak olması mümkün mü?
Malatya’daki gibi bir Fenerbahçe’nin asla!
Maç sabahı spor gazetecilerine Düzce Topuk Yaylasındaki Fenerbahçe tesislerini gezdiren Başkan Aziz Yıldırım’ın yaşadığı tarifsiz heyecan ve coşku geldi gözümün önüne.
Müthiş keyifliydi. Her metre karesine harcanan emek, kış koşullarında doğaya karşı sürdürülen yarış, tıpkı Saracoğlu stadında olduğu gibi göğsünü gere gere dolaşmasını sağlıyordu Yıldırım’ın.
Kupada yola devam etmenin zor olduğunu bilse de, akşam Malatya’da bir facia yaşanabileceğini aklının ucundan dahi geçirmiyordu Aziz başkan!
Ancak takke düştü, kel göründü.
Kağıt üzerinde ne kadar büyük hedefler koyarsanız koyun “İşin başında” yanlış hamleler yapıyor, tercihlerinizin sorgulanmasına bile izin vermiyorsanız, o hedefler teker teker sizden uzaklaşır.
Önce Avrupa defteri kapanır, sonra kupa hasreti 29 yıla çıkar ve sıra elde kalana gelir.
Unutulmasın ki sportif başarı yoksa, kimse Topuk Yaylasının muhteşemliğini veya Saracoğlu stadının ihtişamını önemsemez.
Buca maçının ardından soyunma odasına inen Aziz Yıldırım teknik heyet ve futbolculara seslenmişti;
“Ben utanıyorum, ya siz...”
Malatyaspor yenilgisinden sonra teknik direktör futbolcularına şöyle demiş;
“Ben utandım, siz de camiayı utandırdınız...”
Utanan utanana!..
Yarın da futbolcular birbirini suçlarsa şaşırmayın.
İyi de bu tablodan kim utanacak?
Sorumluluklarının gereğini yapması beklenenler mi?
Yoksa rakip takım, hakemler, federasyon veya medya mı?..
Belki de Topuk Yaylası ile övünenler, kendi topuklarına sıkıyorlar da farkında değiller.
Güneş’in işi gerçekten zor
Trabzonspor şampiyonluğun en güçlü adayı olarak gösteriliyor, kupaya tutunup yoluna devam ediyorsa, tartışmasız en büyük pay, Şenol Güneş’indir.
İddia ediyorum, bu takımın başında şu an Süper Lig’de görev yapan herhangi bir başka teknik adam bulunsaydı, ne zaman zaman yaşanan sıkıntıların üstesinden gelebilir, ne gizli krizleri yönetebilir, ne de kırıp dökmeden takım ruhunu aşılayabilirdi.
Tabii, doğru şeyler yapmaya çalışınca, şans da yanında oluyor insanın!
Lakin ikinci yarıda çok daha zor olacak Şenol hocanın işi.
Bir, dengeleri bozmadan yeni transferleri takıma monte edecek.
İki, sözleşme uzatmaya yanaşmayan Selçuk ve Egemen gibi önemli oyuncuların performansını korumasını sağlayacak.
Üç, iki kulvarda birden mücadele ederken forma şansı bulamayıp küsme noktasına gelenleri hazır tutmaya çalışacak.
Dört, çoğu şampiyonluk heyecanı yaşamamış futbolcularını motive edip, hedefe inandıracak.
Beş, Engin, Jaja, Alanzinho, hatta Burak gibi sorunlu oyuncuları, sorunlarından arındıracak.
Altı, olası kötü sonuçlarda futbolcularının fizik ve moral olarak çöküntü yaşamaması için ekstra efor harcayacak.
Yedi, takım içindeki sevgi ortamının zedelenmesine müsaade etmeyecek.
Sekiz, taraftara ve kamuoyuna vereceği mesajlarla Trabzonspor’a duyulan saygıyı devam ettirecek.
Dokuz, bugüne kadar başarıyla yönettiği medya ilişkilerini aynı çizgide sürdürecek.
On, futbolcular ve yönetim arasındaki sağlıklı iletişimi koruyacak.
Futbolcudan istenenler ise belli.
Hazır olacak, söyleneni yapacak ve sezon sonunda karşılığını alacak.
Ya Şenol Güneş?
Bir teknik adamın görevlerinden çok daha fazlasını üstlendiği ortada.
Üstelik tarihindeki tüm şampiyonlukları Türk teknik direktörlerle yaşamış bir camianın temsilcisi olmanın sorumluluğu da cabası.
Tüm bunları Schuster, Daum, Rijkaard, Del Bosque ya da Tigana’dan isteyebilir misiniz?
Elbette isteyebilirsiniz!
Önce sözleşmesine bu on hükmü koyar, sonra saydığımız milyonlarca euroyu on ile çarparsınız.
Olmadı mı, paşa paşa verir tazminatını gönderersiniz.
İşte bu yüzden Güneş’in başarısı, tıpkı Ertuğrul Sağlam’ın başardıkları gibi çok önemli ve değerlidir benim için.
Yolun açık olsun Şenol hocam.