Erkan Zengin’in Trabzonspor’a transferinin camiayı ikiye bölmesi, hatta yönetim içinde bile fikir ayrılığına yol açması yadırganmamalı.
Görüşme sürecinde Erkan’ın söylediği iddia edilen ifadeler, Trabzon gibi tutucu bir kentte elbette farklı yorumlara yol açacaktır. Demiştir, dememiştir tartışmasına girmek, bordo-mavili takıma yarar sağlamayacaktır.
Çünkü Erkan, artık Trabzonspor’un sözleşmeli futbolcusudur. Başkan, CEO ve teknik direktör İsviçre’ye kadar özel uçakla gitmiş, müthiş bir operasyonla kulübün zenginliğine zenginlik katmıştır! Dolayısıyla bu transfere karşı çıkanların yapacağı eleştiriler realiteyi değiştirmeyecektir.
Bir başka gerçek; yaşı 40’ın üzerinde olanlar Engin Verel, Tanju Çolak, Sergen Yalçın, Rüştü Rençber, Emre Belözoğlu, yakın geçmişte Selçuk İnan, Burak Yılmaz gibi yıldızların seyir defterlerine bakarlarsa, “profesyonellik” kavramının literatürümüze bugün değil çeyrek asır önce girdiğini, dolayısıyla ses getiren transferlerin renk ve forma aşkıyla ilgisi olmadığını görecektir.
Lafı gevelemeye gerek yok. Sezon başında çok ciddi harcamalar yapan ve o günün yanlışlarını ara transferde gidermeye çalışan Trabzonspor yönetimi, büyük bir riskin altına girmiştir. Daha şimdiden sadece futbolcu alacağı bazında kulübün gelecek 3-4 yılı ipotek edilmiştir.
Günü kurtaranlar
Erkan Zengin, Hakan Arıkan ve Uğur Demirok’un maliyetleri tıpkı öncekiler gibi dudak uçuklatsa da, başkan Hacıosmanoğlu son kozlarını oynayarak vaadlerinin altını doldurma çabası içindedir. Üstelik ara transferde sözü Ersun Yanal’a bırakarak, olası başarısızlığa deneyimli teknik direktörü de ortak etmiştir. Tıpkı lig başlarken Vahid Halilhodzic’e “Al sana un, yağ, şeker. Yap bakalım helvayı” dediği gibi... Sonrası malum!
Bugün itibarıyla Trabzonspor kulübünde en sıkıntılı ve stres altındaki insan Yanal’dır. Kendisinden artık helva değil, çilekli pasta yapması istenmektedir. Hem de en kısa sürede. Ligde 13 puanlık farkı kapatması, kupada finale yürümesi, Avrupa’da ise mucize yaratması beklenmektedir.
Kimse hayal görmesin. Devre arası hazırlık dönemini 8 eksikle tamamlayan, yeni transferlerin geç katılımının sorun yaratacağını bilen ve bir mucizeye imza atması umulan Ersun Yanal, kolay pes edecek karaktere sahip olmasa da, işler kötü gittiği takdirde ihalenin kendisine kalacağı aşikârdır. Hacıosmanoğlu ve arkadaşları mı? Onlar Erkan Zengin’i Fenerbahçe, Uğur’u Galatasaray’ın elinden kaparak (!) ezeli rekabetin masa başı tarafını zaferle sonlandırdıkları için, bir kısım taraftarın gözünde kahraman olmaya devam edecek, yemeğin tadı-tuzu kaçarsa, çareyi mutfaktaki şefin işine son vermekte bulacaklardır.
Umarız yanılan biz, haklı çıkan Trabzonspor’u tarihinin en ağır borç yükü altına sokan Hacıosmanoğlu ve yönetimi olur!..
MHK seçimi ve sakıncaları
Spor gazetecisiyiz. Mesleğimiz gereği gelişmeleri takip etmek, talimatları bilmek, kendimizi güncellemek ve doğruları kamuoyu ile paylaşmak zorundayız.
Sağ olsunlar önce kişiliğine güvendiğimiz, sonra deneyim ve bilgisine inandığımız dostlarımız var. Başımız sıkıştığında sormak, öğrenmek ve gerekirse yardım istemekten gocunmayız. Hata yapmıyor muyuz? Kuşkusuz yapıyoruz.
Gelelim konumuza. Futbol Federasyonu Başkanı Yıldırım Demirören geçen hafta Belek’teki hakem seminerinde ilginç bir öneri sundu; “Merkez Hakem Kurulu’nu seçimle belirleyelim.”
Demirören şöyle devam etti; “Kamuoyu önünde ilgilileri tartışmaya davet ediyorum.”
Naçizane, kendimizi de futbolun paydaşlarından biri olarak gördüğümüz için fikrimizi söyleyelim o zaman.
Demirören’in haklı olduğu konu, federasyonların hakemleri baskı altına aldığı ve şampiyonluğu belirlemeye çalıştığı iddiaları idi. Bu iddiaları kim dillendirdi? Kulüpler. Her hakem hatasının ardından Federasyon ve MHK’yi kimler suçladı? Kulüp başkanları ve yöneticileri. Hakemleri medya yoluyla baskı altına alıp kimler yönlendirmeye çalıştı? Yine aynı şahıslar.
Eee, öyleyse seçin Merkez Hakem Kurulunu, günahı da sevabı da sizin olsun.
Kulüplerin kucağına atılır
Böyle bir şey mümkün mü? Elbette mümkün. Yaparsınız statü değişikliği, ilk genel kurulda topu kulüplere paslar, köşenize çekilirsiniz.
Lakin bu kolaycılıktır. Bu, şimdiye kadar hakeme yaptığınız yatırım ve harcadığınız emeğin bir çırpıda silinip gitmesidir. Hakemi, maalesef yıllardır samimiyetine kuşku ile bakılan kulüp yöneticilerinin kucağına atmaktır.
En önemlisi, FİFA’nın “Tahkim, Disiplin ve Hakem kurullarının atamayla işbaşına gelmesi” yönündeki “tavsiyesinin” reddedilmesidir.
Geçmişte iki kez denendi. Faydasından çok zararı olduğu anlaşılınca, Levent Bıçakcı federasyonunda başkanvekili olarak görev yapan rahmetli Hasan Doğan’ın çabalarıyla “seçim” maddesi, “atama” şeklinde değiştirildi. Neden? Çünkü Bıçakcı kendi ekibi değil, rakip başkan adayının MHK’si ile çalışmak zorunda kalmıştı.
Bir başka endişe de şu; Bugün MHK’yi seçen kulüplerin, yarın o kurul başkanı ve hakemlerden “diyetini” istemeyeceğini kim garanti edebilir? Son 7 yılda safralarından kurtulan hakem camiasında, fırsat kollayıp yanlış yola sapacak isimler çıkmayacağından nasıl emin olunabilir? Böyle bir sistem adaletli ve tarafsız olabilir mi?
Siyasetçi ve bürokrat kişiliği ile bilenen MHK başkanı Yusuf Namoğlu o günleri anımsar. İyi niyetli bir girişimle MHK’nin seçimle işbaşına getirilmesi denemesi nasıl sonuçlar doğurdu, bizzat bilir..
Sözün özü, Anayasa Mahkemesi’nin geçmişte bir içtihatı var; “Hakim, Hakem ve Hekime güvenmeliyiz.” Bu üç “H” sosyal yaşamın ve demokratik sistemin sigortasıdır. Zorlarsanız atar. Ama işlevleri değişmez, değişmemelidir, değiştirilmeye çalışılmamalıdır...