Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine dair yasa tasarısı Adalet Komisyonu’ndan geçti, TBMM genel kuruluna sevk edildi.
Aylardır tartışılan, en ince detaylarına kadar irdelenen tasarıdaki bazı cezalar komisyon aşamasında hafifletildi, bazıları ise suç unsuru olmaktan çıkarıldı.
Yasanın spor gazetecilerini ilgilendiren bölümünde ise kalem oynatılmadı.
Nedeni açık, basın meslek kuruluşları, örneğin TSYD ve Gazeteciler Cemiyeti gibi örgütler tasarıya hiç ilgi göstermedi.
Gösterdiyse (!) bile ilgili madde komisyondan aynen geçtiği için görüşlerin hiçbiri dikkate alınmadı.
Başta Fanatik gazetesinde Hakan Can olmak üzere birkaç meslektaşımız testi kırılmadan yol göstermeye çalıştı, ancak nafile.
Gelinen noktada, TBMM genel kurulunda ilgili maddenin içeriğinde düzenleme yapılmaz ise, spor medyası için “Tanzimat dönemi” başlıyor demektir.
Tanzimat döneminde basına konan katı kurallar ve sansürle ilgilenmeyenler için şöyle de diyebiliriz; “Tazminat dönemi”.
Yasanın 21. maddesinde yer alan hükme göre gazetecinin yazdığı haber ve yaptığı yorumdan rahatsız olan herhangi biri “Rencide oldum” diyerek şikayette bulunabilecek.
Örneğin uygulamalarını eleştirdiğiniz bir federasyon başkanı, bir kulüp başkanı, bir hakem, sporcu veya teknik adam “rencide” sözcüğünün ardına sığınıp dava açılmasını isteyebilecek.
Bakın; hakaretten, aşağılamaktan, küçük düşürmekten, kişilik haklarına saldırmaktan söz etmiyorum. Bunların hiçbirini onaylamıyorum.
Sihirli sözcükler, “rencide etmek”.
Peki ne anlama geliyor rencide etmek?
Türk Dil Kurumu sözlüğünde şöyle açıklanıyor;
“İncitmek, kalbini kırmak”.
Örneğin falanca kulübün başkanını milyonlarca euroluk transfer harcamasına karşın, takımının yaşattığı hayal kırıklığı nedeniyle eleştirdiniz mi, yandınız.
Bir federasyon başkanının beceriksizliğinden söz edip, olumsuz uygulamalarını dile getirdiniz mi, doğru hakim karşısına.
Bir kurul usulsüzlüğü belgelediniz mi, mahkeme ilamı kapınızda.
5 bin liradan 50 bin liraya kadar para cezası.
Niye?
Çünkü beylerin kalbi kırıldı!
Öve öve bitiremediğiniz yasanın muadili 7 yıldır yürürlükte.
Bugüne kadar hakaret eden, söven, hakem odasını basan, tehdit eden bir tek kulüp başkanı veya yöneticisinin bırakın hakim karşısına çıkmasını, tek kuruş ceza ödediğini gördünüz mü? Görmediniz.
Emin olun yeni yasa çıktığında da görmeyeceksiniz!
Yasa genel kurulda kabul edildiği takdirde “tek tip” taraftar, tribünden kaçan futbolsever ve kalemi köreltilip susturulmaya çalışılan bir medya profiliyle karşı karşıya kalacağız.
Konuşamayan, yazmayan ve yorum yapamayan bir medya!
Ne acıdır ki, meslek kuruluşlarımız konuya yeteri kadar özen göstermedi.
Lakin Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Faruk Özak ve muhalefet partisi temsilcilerinin “sansür dönemine” geri dönüşün zeminini hazırlayan bu yasa maddesine müdahale etme olanağı hâlâ mevcut.
Rencide olmak gibi muğlak bir kavram yerine sınırları çizilmiş bir hüküm pekâlâ konabilir.
Aksi takdirde mi? İkiye bölünürüz. Şakşakcı ve doğrulardan taviz vermeyen medya.
Şakşakcılar yola devam eder.
Diğerleri ise üçüncü tazminat cezasından sonra kapının önüne konur.
Korkarım özlemi duyulan medya bu değil!
Beşiktaş Basın Sözcüsü Sayın Mete Düren, Kiev yenilgisinden sonra esip gürlemiş;
“Futbol Federasyonu Başkanı Mahmut Özgener maça gelmeliydi. Koltuğunun boş kalması Avrupa’ya kötü mesaj oldu”.
Akıl var mantık var. Günlerdir Federasyon ile Beşiktaş arasında devam eden bir gerilim söz konusu.
Maçtan bir saat önce Beşiktaş Başkanı Yıldırım Demirören’e federasyon tarafından 45 gün ceza verilmiş.
Köprüler karşılıklı atılmış.
Bu ortamda Futbol Federasyonu Başkanı maça gelse ne olacaktı?
Söyleyelim; en basitinden bir stat dolusu küfür işitecekti. Hem de aile boyu.
Başına gelecekleri bile bile, hangi Başkan, Avrupa’ya kötü örnek olmamak adına bu eziyete katlanır?
Beşiktaş yönetimi, Özgener’e sövülmeyeceğinin garantisini verebilir mi?
Anımsayın, Demirören kendi tribününden küfür yedi diye aylarca İnönü Stadı’na gelmedi.
Aynı tepkiyle karşılaşacak diye Saracoğlu’na, Ali Sami Yen’e gitmedi.
Beşiktaşlı idareciler, Dinamo Kiev hezimetinden sonra suçlu arayacaklarına milyonlarca taraftarı hayal kırıklığına uğratan Schuster ve dünya yıldızlarından hesap sormayı denesin.
Öyle ya, asıl kötü mesaj ve imaj, böyle bir takımın lig ile Avrupa’ya havlu attıktan sonra yerel bir kupayla teselli bulmaya çalışması değil midir?
MHK cami duvarı arıyor!
Türk futbolunun kendine özgü koşulları var deyip, kafamıza göre kurallar uyduruyoruz.
Son olarak Bursaspor Teknik Direktörü Ertuğrul Sağlam’ın canı yandı. Neymiş, hakemin otoritesini sarsacak, tribünleri tahrik edecek davranış içine giren teknik adamlar sahadan atılacakmış.
Dünyanın neresinde görülmüş bir teknik adamın beğenmediği hakem kararını alkışladı diye cezalandırıldığı?
Tabii ki küfüre ve hakarete hayır.
Ancak bu talimatın da suyunun çıkacağı kesin.
Üstelik deneyimsiz ve Süper Lig gerilimini hiç yaşamamış dördüncü hakemlerle.
MHK yetkiyi onlara vermiş.
Vermiş de, tansiyonun tavan yaptığı haftalarda süper lige dördüncü hakem olarak kimleri atamış?
İşte bu haftaki karşılaşmalar:
Cüneyt Çakır’ın yöneteceği derbi dışındaki maçlarda tek Süper Lig dördüncü hakemi bulamazsınız.
Hepsi ulusal.
Kişiliklerine sözüm yok, bilgi ve yeteneklerine de.
Fakat bir teknik adamı sahadan attırmanın en hafif faturasının 1 maç olarak kesildiği sistemde, yangına körükle gitmenin ne anlamı olabilir?
Tek kelime ile vizyonsuzluk.
Elinizde otuz küsur üst klasman hakemi var, ancak kutuplaşma ve keyfiyet nedeniyle çoğuna görev vermekten kaçınıyorsunuz.
MHK Başkanı ve yardımcısı ne yapıyor biliyor musunuz?
Cami duvarı arıyor.
Az kaldı, köşeyi dönünce bulacaklar!