Bazı insanlar iyi yönetici olur, bazıları iyi eğitimci.
Evet, Pierluigi Collina ve Howard Webb gibi isimler her ülke hakemliğine katkı sağlayabilir.
Ama Jaap Uilenberg de öyleydi. UEFA Hakem Kurulu üyesi olarak 6 yıl görev yaptığı Türkiye’de hakemliğe hiçbir katkısı olmadığı söylenebilir mi?
Şimdi Hollandalı hoca gidiyor, yerine tüm dünyanın tanıdığı, kariyeri tescilli, Collina’nın sağ kolu diyebileceğimiz Roberto Rosetti geliyor.
Bugün Kulüpler Birliği Vakfı, ekonomik olarak batma noktasına gelen kulüpleri kurtarmak, işe sıfırdan başlamak, yepyeni bir düzen kurmak için uğraşmıyor mu?
Kulüpler yasası niçin bu kadar önemli?
Yasa çıktığında sancılı bir dönem, köklü bir değişim yaşanmayacak mı?
İşler dünden bugüne rayına mı girecek sanıyorsunuz?
Sabır ve hoşgörü şart
Hakemler de öyle. Pek çok değişimin bir arada yaşanması ve kısa sürede sonuç alınması kolay değil.
MHK Başkanı Kuddusi Müftüoğlu Belek’te dört gün süren seminere Süper Lig ve 1. ligin tüm teknik adamlarını davet etti.
“Oturalım, konuşalım, iletişim kuralım, birbirimizi tanıyalım” dedi. Kötü mü oldu?
Aynı buluşma hakemler ve kulüp yöneticileri arasında yapılamaz mı?
En azından TFF ve MHK bu diyaloğun öncülüğünü üstlenemez mi?
Vakıf başkanı Göksel Gümüşdağ ‘ın her zamanki yumuşak üslubunu bırakıp, ikinci yarının başlamasına az bir süre kala Federasyon, MHK ve hakemlere aba altından sopa göstermesi, kişisel fikrim odur ki, istenen gelişime katkı sağlayacak bir tarz değildi.
Gümüşdağ, “Hakemlere iyi eğitim verin” dedi. Keşke gelip bir kaç seminer izlese idi başkan.
Avrupa’da kaç ülke, yıllardır Türkiye’de verilen eğitimin önünde?
Sorun iletişimsizlikte
Sorun sadece eğitimde olsa! Basar parayı getirirsin alâsını.
Sıkıntı kafalarda, yüreklerde, cesaretli olmamakta! En önemlisi iletişimsizlikte...
Evet, hakemler ilk yarıda sonuca doğrudan etki eden fahiş hatalar yaptı.
Profesyonel hakemlik ve getirileri, camianın bütününde hoşnutsuzluk yarattı.
Hakem ücretlerinin ulu orta konuşulması baskıya dönüştü.
Üst düzey diyeceğimiz isimlerin peşi sıra gelen yanlış kararları, kadroda domino etkisi yaptı.
Camiaya duyulan güven zedelendi.
Genç hakemlerin zamana ihtiyacı vardı, sabırsız davranılması onları daha yolun başında yıprattı.
MHK’nin tüm iyi niyetine karşın, deneyimsizliğinden kaynaklanan bazı uygulamaları tepki çekti.
Tüm bunlar hoşgörü, sabır, anlayış çok daha fazla çalışmakla üstesinden gelinebilecek konular.
Aynı gemideyiz
Cüneyt Çakır teknik direktörlerle son gün yapılan kapalı oturumda, “Hepimiz aynı geminin içindeyiz. Karşılıklı anlayış ile çözemeyeceğimiz sıkıntı olamaz” dedi.
Madem ki Avrupa’daki futbol kültürü bizde yok, o vakit doğru iletişim ve tarafların birbirini daha iyi tanıma çabasıyla bu açığımızı kapatabiliriz.
Bugün haksız olduğunu bile bile hakem hatalarının ardına sığınan futbolcu, teknik adam ve yönetici profilini tartışmaya açmadan, topyekün sorunların üstesinden gelmemiz olası değil.
Futbolun tüm paydaşları bu yüzleşmeyi yapmalı.
Milyarlarca liralık sektörün nasıl sağlıklı bir yapıya kavuşacağını sadece hakemler üzerinden sorgulamak, büyük haksızlık olur.
Hani deveye sormuşlar “Boynun neden eğri?”
O da yanıtlamış, “Nerem doğru ki?..”
Yabancı hakem ve UEFA
Jaap Uilenberg vermişti ilk tepkiyi yabancı hakem konusunda.
“Dünyanın en iyi hakemi Türkiye’de iken yurt dışından hakem getirmeyi tartışmak büyük ayıp.”
Ve devam etmişti, “Deneyin isterseniz. UEFA bu kararınızı değerlendirir ve bir daha uluslararası organizasyonlarına Türk hakem almaz!”
Ardından Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Yıldırım Demirören noktayı koydu: “Yabancı hakem ihanettir.”
Yabancı hakemi savunanlara sormak gerek. Herkes işini, doğru, tarafsız, adaletli, çıkar peşinde koşmadan, sürekli daha iyisini üreterek yapacaksa eğer.
Alternatif aramaya gerek yok.
Yapamayacaksa, vay hâline medyanın. Vay hâline kulüplerin, vay hâline Türk futbolunun!
Terim’den Ankaragücü’ne mesaj var!
Fatih Terim ile tanışıklığımız, dolayısıyla bugüne dek süren dostluğumuz neredeyse 30 yıla dayanır.
Biz tıfıl bir spor gazetecisi, o teknik direktörlük deneyimine Ankaragücü’nde başlamış idealist bir futbol neferiydi.
İki yıl çalıştı Ankara’da.
Sonra Göztepe, Genç Milli Takım, A Milli Takım, Galatasaray, arada iki İtalya macerası, tekrar Galatasaray derken, bugün Türkiye Futbol Direktörü unvanını aldı.
Sık görüşmesek de her karşılaştığımızda birer “Angaralı” sıcaklığı ile kucaklaşır, bıraktığımız gündeki samimiyeti yaşarız.
Perşembe günü MHK hakem semineri için geldiği Belek’te karşılaştık. Hâl hatır faslını geçtikten sonra Ankaragücü’nü sordu Fatih hoca.
Eminim içten içe üzülüyordu, koca çınarın düştüğü duruma. Öyle ya, ilk gözağrısını unutmak mümkün mü?
“Nasıl gidiyor Ankaragücü, ne yapıyorlar?” dedi.
“Diriliş mücadelesi var hocam.. Bu kadar imkansızlık içinde her maçını 10 bin kişiye oynuyor, cefakâr taraftarı eski günlerini özlüyor” karşılığını verdim.
“Tek kurtuluş Nurettin Çarmıklı. Onun gibi Ankaragücü sevdalısı biri varken, yapılacak iş belli. İkna edecekler. Gerekirse taraftar kapısında yatıp kalkacak.”
Sohbet idi bizimkisi. Lakin ben bir mesaj olarak algıladım bu sözleri, Ankaragücü camiasına.
Affına sığınarak Fatih hocanın, bu satırları yazma sorumluluğunu hissettim. Ya da durumdan vazife çıkardım kendime.
Evet Ankaragüçlüyüm diyenler... Bazen bir üst akla ihtiyaç olur.
Fatih Terim’in mesajı da budur!
Şu ana kadar Ankaragücü’nü büyük fedakârlık ve özveri ile sahiplenen başkan ve yöneticiler.
Fatih hoca böyle diyorsa, vardır bir bildiği..
Deneyin bakalım. Çalın Nurettin abinin kapısını.
Biliyoruz, çoktan çekti elini eteğini bu işlerden ama, onun babacan yüreğindeki Ankaragücü sevdasını da yok saymıyoruz!..