Bir haftadan kısa bir süre içinde ne fırtınalar koptu değil mi? Önce UEFA Tahkim Kurulu Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın cezasını onadı.
Ardından Fenerbahçe Kulübü tüm yaşananların tek sorumlusu olarak Galatasaray Kulübü yöneticilerini gösterdi.
Sarı-kırmızılı cepheden çok daha ağır bir yanıtın gelmesi gecikmedi.
UEFA Birinci Başkan vekili polemiklerin içine çekilip, hak etmediği suçlamalara maruz kaldı.
Ortalık yangın yerine döndü derken, Uluslararası Spor Tahkim Mahkemesi’nin kararıyla herkes, ama herkes afallayıp yerine oturdu.
Gelelim fitilin ateşlendiği o güne. Açık söyleyeyim, Fenerbahçe kulübünün medyaya yaptığı bilgilendirme toplantısında hedefe dönemin federasyonunda görev yapan Galatasaraylı yöneticileri koyması ben hiç şaşırtmadı.
Bu taktik, geçmişte hemen her kulübün başı sıkıştığında, daraldığında ve çıkış yolu kapandı diye düşündüğünde başvurduğu bir yöntem.
Vur, kır, parçala, suçla ve köşene çekil.
Peki, başkan Aziz Yıldırım’ın dönemin TFF genel sekreteri Ebru Köksal, baş hukuk müşaviri İlhan Helvacı ve başkan vekili Lütfi Arıboğan’a yönelik salvolarında haklılık payı var mıydı?
Öyle ya, Yıldırım’a göre şike sürecinde UEFA ile yürütülen görüşmelerde gidip-gelen evrakların altında hep bu şahısların imzası bulunuyor, dolayısıyla Galatasaray lobisi davada Fenerbahçe’yi ateşin içine atıyordu.
İşte yanıtlar
Ve şöyle suçluyordu Yıldırım ezeli rakiplerini: “Niçin sadece polis fezlekesi ve tapeler gitti? İddianame ve savunmalar neden gönderilmedi?”
O dönem olayları ve gelişmeleri yakından takip etmemize karşın, hafızamız bizi yanıltıyor olabilir diyerek Mehmet Ali Aydınlar, ara dönem ve Yıldırım Demirören federasyonlarında şike davasının bizzat içinde olan yöneticilerine sorduk.
İşte aldığımız yanıtlardan bir kaçı:
“Türkiye’deki soruşturma ve mahkeme aşaması, 1. ve 2. Etik kurulu raporları, disiplin ve Tahkim Kurulu kararlarıyla ilgili tüm bilgi ve belgeler talep üzerine UEFA’ya iletildi. Hatta UEFA siz tercüme ettirmeyin, biz çevirisini yaparız dedi. Belki de bize güvenmediler. Dönem dönem tüm bilgiler UEFA ile paylaşıldı.”
“Mahkemenin gizlilik kararı nedeniyle bazı belgeleri göndermekte gecikince UEFA ile ilişkilerimiz gerildi. Şike davası savcısının, UEFA müfettişi Pierre Cornu ile görüşmesinde kullandığı ‘gazetelerde yer alan haberler doğrudur’ ifadesini bile bizi zorlamak için kullandılar. Biz de gazete haberleriyle hareket edemeyeceğimizi söyledik. Bu konuda da gerginlik yaşadık.”
“Gerek bizden önce, gerekse bizim federasyonumuzda sadece UEFA’nın talep ettiği bilgiler paylaşıldı. Bunların bir kısmı TFF sitesinde de yer aldı. TFF’nin ve kulüplerimizin zarar görmesine yol açacak bir girişim asla söz konusu olmadı.”
İsteyen inanır, isteyen güler geçer. Dileyen de Fenerbahçe’yi gereksiz yere yangın çıkarmakla suçlar.
Olaya bir de şu açıdan bakalım; O gün federasyonda görev yapan yöneticiler Galatasaraylı değil de, Fenerbahçe kökenli olsa idi, sarı-lacivertli kulübü zora sokacak bilgi ve belgeler UEFA’ya gönderilmeyecek miydi? Ya da UEFA’nın elindeki tapelerde Fenerbahçe kulübünün çekineceği ne gibi konuşmalar vardı ki, paylaşılmasından rahatsızlık duyuldu?.. Aslına bakarsanız bunları düşünmek ve sorgulamak bile büyük ahlaksızlık değil mi?..
Dün, bugün, yarın
Geldiğimiz nokta, dünü aratmayacak kuşkusuz. Uluslararası Spor Tahkim Mahkemesi, Fenerbahçe ile Beşiktaş’ın tedbir talebini reddetse ve temsilcilerimiz dün yapılan kura çekiminde yer alamasa, bugün çok daha farklı şeyler konuşuyor olacaktık.
Gerçi konuşma denince yaratılan bilgi kirliliği ve her kafadan çıkan farklı sesler sayesinde beter duruma düşmemiz de ayrıca sorgulanacak bir durum.
Adının önüne “spor hukukçusu” unvanı koyan herkes, o ekrandan bu ekrana koşarken, medyamızın habercilik adına onların itibarını yükseltmeye çalışması da hâkeza.
UEFA’nın merkezini bilmeyen, bilse bile kapısının önünden geçmemiş, ahkam kestikleri konularda bir tek dilekçe dahi yazmamış, kahve falı bakar gibi kulüplerin kaderlerini belirlemeye çalışan sonradan olma spor hukukçuları, mesleklerine ve futbol camiasına verdikleri zararın farkında değiller elbette.
Sözümüz meclisten dışarı, oyunun bir parçası haline gelmeye çalışan bu şahıslar, sürece katkı sağlamak yerine darbe vurduklarını da göremeyecek kadar gözü karalar! Namım yürüsün yeter...
Bekle ve gör
CAS’ın hızlandırılmış duruşma ilamı ilk etapta Fenerbahçe ve Beşiktaş için olumlu bir gelişme gibi algılansa da, konuyu daha fazla sulandırmadan sonucu beklemek, en sağduyulu hareket olacaktır.
Ağustos ayının sonunda açıklanacak kesin karar, davanın tarafı olan herkesi yakından ilgilendiriyor. Suçlananlar kadar, haklarının gasp edildiğini düşünen kulüpler var. Türkiye’de hukukun defolarından veya tam tersi üstünlüğünden söz edenlerin iki yıl sabrettikten sonra bir ay daha beklemeleri, Türk futbolunun huzuru ve geleceği açısından çok önemli.
Haa, 31 Ağustos günü ortalık süt liman mı olacak? Asla. Lakin daha fazla Cas’manın anlamı yok. Biraz sabredelim, sonrası zaten tufan!
Kılıç’ın hassasiyeti!
Spor Bakanımız doping illetinin kökünü kazımak için kolları sıvarken, ilginç bir saptama yapmış.
Suat Kılıç’a göre ödül yönetmeliğinin cazibesi, sporcuları gayri ahlaki yollara sevk ediyormuş.
Daha açığını biz söyleyelim. Yüzlerce Cumhuriyet altını kazanabilmek için sporcular ve antrenörler vur-kaç yöntemiyle Türk sporunun itibarını beş paralık ediyormuş. Doğrudur. Yıllardır bizim de dilimizde tüy bitti aynı konuyu söyleye söyleye. Lakin, deneme yanılmaya gerek yok. Akdeniz Oyunları öncesi yönetmelik değiştirerek ödülleri artıran zihniyet Bakan Kılıç’ı bu kez de yanlış yönlendirip yanıltıyorsa, temizlik harekatının başlama noktası kağıt üzerindeki düzenlemeler değil, çok bilmiş bürokratlar olmalı. Öyle değil mi Sayın Kılıç?