Önce Antalya’daki TSYD seminerinde gündeme getirdi niyetini. Dili sürçmüştür, vermek istediği mesaj farklı anlaşılmıştır diye düşünmüştüm, yanılmışım.
Şenol Güneş hafta içinde Tam Saha dergisinde yayınlanan röportajda daha net bir şekilde seslendirdi aklından geçenleri;
“Şampiyonluğu kazanırsam misyonum biter.”
Hangi ruh hali içinde söyledi, gerçek niyeti Trabzonspor’u şampiyon yapıp bırakmak mı, bilemiyorum.
Bildiğim, Türk futbolu geç bulduğu Şenol Güneş’i bu kadar kolay kaybedemez.
Dahası Şenol hocanın böyle bir hakkı olamaz.
Geriye dönüp şöyle bir baksın.
Trabzonspor fırtınasının ligi savurduğu, kendisinin de birlikte yaşadığı muhteşem yılları hatırlasın.
Ahmet Suat Özyazıcı tarihe geçen o büyük başarıdan sonra ne yaptı?
Üzerine iki tane daha koydu.
Ya Özkan Sümer?
Bordo-mavili takımı şampiyon yapıp köşesine mi çekildi?
Hayır, fazlasını yaptı..
Üstelik her ikisi de çok daha zor koşullarda ve kısıtlı olanaklarla başardı bunları.
Onları en iyi anlayan Şenol Güneş olmalı!
Sezon sonunda Trabzonspor şampiyon olsa da olmasa da, Güneş kararını gözden geçirmeli.
Hocanın defterinde “misyon” sözcüğünün karşılığı olarak ne yazdığı değil, Trabzonspor’un ondan beklentilerinin ne olduğu önemli.
Bu sıkıntılı süreçte kendisine hak vermiyor değilim.
En basitinden, Fenerbahçe maçından önce Aykut Kocaman’ın yanına gidip elini sıkmasını “büyüklük” olarak algılamak yerine “yakışıksız” bulan onca insanın varlığı, elbette rahatsız ediyordur deneyimli teknik adamı.
Lakin medya olarak biz dahil herkesin temiz, ahlaklı ve dürüst futbol adına Şenol Güneş’ten öğreneceği çok şey var.
Hataları mı?
Onunkiler hangimizin hatasından daha fazla acaba?..
Şenol hocam; yine o seminerde söylediklerini anımsarsın;
“Fatih Terim, Mustafa Denizli gibi isimler köşelerine çekilmemeli. Daha çok konuşmalı, daha çok mesaj vermeli...”
Bunu düşünen ve savunan bir insanın, kariyerinde eksik kalan bir kupayı kazandıktan sonra çekip gitme hakkı olamaz hocam.
Geçen sezon Ertuğrul Sağlam senden az mı eleştirildi?
Yerel ve ulusal medya Sağlam’ı az mı yerden yere vurdu?
O hiç acı çekmedi, canı yanmadı, içi acımadı mı sanıyorsun?
Eminim Sağlam’ı da en iyi sen anlarsın!
Sağlam bugün yine aynı takımın başında ve aynı hedefin peşinde.
Şenol hocam; Trabzonspor’un şampiyonluğundan daha büyük ideallerin olabilir. Saygı duyarım.
Ancak senin “misyonunun” bir şampiyonluk kupasının sığabileceği yer kadar olacağına asla inanmam. inanamam!
Yıldırım’dan dili yanan, Polat’a üfleyerek söyler!
Tarih 21 Aralık 2010.
Fenerbahçe Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım işleri nedeniyle geldiği Ankara’dan İstanbul’a dönüş hazırlığındadır.
Niyeti akşam oynanacak Bucaspor maçını stattan izlemektir.
Yolda telefonu çalar; “Başkan hiç stada gelme. Tedbirli olarak disiplin kuruluna sevk edildin.” Sivasspor maçının devre arasında soyunma odasına inen ve hakem Yunus Yıldırım’a hakaret eden Fenerbahçe Başkanı, Bucaspor karşılaşmasına saatler kala disiplin kuruluna sevk edilmişti.
Haberi duyan Yıldırım sinirlenir, rotasını değiştirir maçı televizyondan izler. “Madem sevk edeceksiniz, maçtan sonra yapamaz mıydınız?” diye söylenir.
Olay Futbol Federasyonu ile Yıldırım arasında küçük çaplı bir krize yol açar. Aralarının düzelmesi ise epey zaman alır!
Tarih 3 Şubat 2011.
Galatasaray Kulübü Başkanı Adnan Polat takımının kupa maçı için Gaziantep’e gider.
Saat 20.00’de başlayan müsabakayı protokol tribününde İbrahim Kızıl ile birlikte izler.
Hafta başında Futbol Federasyonu ve hakemlere yönelik suçlamaları nedeniyle PFDK’ya sevk edilen Polat tedbir konmadığı için rahattır.
Aynı saatlerde ise Disiplin Kurulu toplantısı yapılmış, karar alınmıştır. Polat’a verilen ceza 21 gün hak mahrumiyetidir. Normalde akşam saatlerinde açıklanan kararlar her ne hikmetse, bu defa alışılmışın dışında 22.17’de duyurulur. Yani maç bittikten yarım saat sonra!
Aksi takdirde maç için Gaziantep’e giden Polat stada giremeyecek, belki de yeni bir kriz daha patlak verecekti.
Nasıl, istenince oluyormuş değil mi?
Azıcık sağduyulu, azıcık aklıselim davranmak yetiyormuş.
Burası Patagonya mı Herr Schuster?
Aykırı olabilirsin. Marjinalliğine de kimsenin diyeceği yok.
Yaparsın işini, alırsın paranı.
Ancak konu kurallara, talimatlara uymaya gelince, orada duracaksın.
Bernd Schuster sanki Patagonya’da yaşıyor.
Akreditasyon kartı tak diyorlar, takmıyor.
Özel maçta şu kadar yabancı oynatabilirsin diyorlar, dinlemiyor.
Hakeme küfür edip sahadan atılıyor, çıkmıyor. Tünel girişinden takımına taktik vermeye devam ediyor.
İhlal üstüne ihlal.
Ceza üstüne ceza.
Peki, Beşiktaş teknik direktörü bu kural ihlallerini Türkiye dışında başka hangi ülkede gerçekleştirebilir acaba?
Almanya’da, İspanya’da veya İngiltere’de bu kadar başına buyruk davranabilir mi?
Sanmıyorum.
Ya Beşiktaş yönetimine ne demeli?
Schuster’i uyarması gereken, eylem ve söylemleriyle takıma zarar verdiğini anlatması gereken yöneticiler ne yapıyor?
Koskoca bir hiç!
Buyrun işte, son küfürün faturası üç maç ceza.
Zararı kime? Takımına.
Alan memnun, satan memnun diyorsanız, aynen devam Herr Schuster.