Bu sütunlarda çoğu kez eleştirdik İbrahim Hacıosmanoğlu’nu. Tek adama dayalı yönetim anlayışını, sivri dilini, olaylara yaklaşım tarzını ve siyasi mesajlarını Trabzonspor üzerinden vermesini hem yadırgadık, hem de temsil ettiği camiaya yakışmadığını ifade ettik. Sonuçta kendi bakış açısıdır, günahı da sevabı da boynunadır dedik.
Lakin, Hacıosmanoğlu’nun Rostov Havaalanı’nda oyuncusu Belkalem için ortaya koyduğu tavır ve mücadele, gerçekten takdire değerdi.
Rus pasaport polisinin ülkeye sokmadığı, hatta ilk uçakla geri göndermeyi kafasına koyduğu Belkalem’in yanından bir dakika ayrılmayan ve 4 saati aşkın bir süre yaşanan haksızlığı ortadan kaldırmak için uğraşan Trabzonspor Başkanı, yukarıda saydığımız tüm olumsuzlukların önüne geçecek bir duruş sergiledi.
Rus polisinin uzlaşmadan uzak ve sert tutumu karşısında geri adım atmadı. Siyasi ilişkilerini oyuncusunun mağdur olmaması için sonuna kadar kullandı.
Çeliği eritti
Ruslar “asla olmaz” dedikçe, Hacıosmanoğlu “olacak” diye diretti. Açık söyleyelim, bu direniş ve sonuçları, eski doğu bloku ülkeleri liderinin bükülmez denen çeliğini eritmeye yetti.
Anımsarsınız, iki yıl önce Fenerbahçe basketbol takımı, Eurolegaue maçı için Slovenya’ya gitmiş, Orta Afrika Cumhuriyeti vatandaşı Romain Sato’nun pasaportuna el konulmuş, üstelik geceyi gözaltıda geçirerek sınır dışı edilmişti.
Sarı-lacivertli kulübün tüm diplomatik girişimleri sonuç vermezken, hukuk dışı uygulama karşısında çaresiz kalınmıştı.
Bu örneği niçin verdik? Trabzonspor Başkanı, Rus polisinin belki de daha sert tutum sergilediği bu olayda yanındaki yöneticileri talimat verip sorunun çözülmesi isteyebilir ve takımla birlikte havaalanından ayrılabilirdi. Belkalem geri gönderildiği takdirde ise, ortalığı ayağa kaldırıp, diplomatik skandalı kamuoyunun takdirine havale edebilirdi.
İşte bu noktada İbrahim Hacıosmanoğlu’nun, Başbakan dahil ulaşabileceği her makamı devreye sokması ve Rus polisinin ikram etmek zorunda kaldığı çayı elinin tersiyle itmesi, sadece Trabzonspor’un değil, Türkiye’nin prestiji açısından da çok önemlidir.
Hacıosmanoğlu, ülkeler arası sinir harbini kazanmış ve takdiri hak etmiştir. Bravo başkana...
Halilhodzic yapılan fedakârlığı görmeli
Trabzonspor Teknik Direktörü Vahid Halilhodzic her fırsatta şikayet etmeye devam ediyor. Rostov maçı öncesi 3 ay zamana ihtiyacı olduğunu söylerken, yönetime de gönderme yapıp, sayılı günde iki transfer daha istedi.
Belki haklıdır. Elindeki kadronun uyum süreci, takım hüviyeti kazanması ve kafasındaki sistemin işler hale gelmesi için belli bir süreç gerekebilir. Bu anlaşılabilir bir gerekçe.
Ancak, şu soruyu sormadan geçemiyor insan; “Acaba Boşnak teknik adam, yapılan onca transfer sonrası beklentileri tavan yapan ve skora önemseyen taraftara mesaj mı yolluyor? Aralarında Fenerbahçe maçının da olduğu 4 haftalık periyotta alınacak her sonucun peşinen kabul edilmesini isteyip, olası tepkilere önlem mi alıyor?”
Bakın bu da kabul edilebilir. Rakiplerini kendinden daha hazır görebilir. Trabzonspor ve Fenerbahçe arasında son yıllarda yaşanan gerginliğin ne anlama geldiğini çözememiş olabilir. Hedeflerini uzun vadeye yayıp, sonunda haklı da çıkabilir.
Ancak Vahid hocanın bilmesi gereken önemli bir şey daha var. Trabzonspor camiası onun takımın başına gelmesi için bugüne dek görülmemiş fedakârlıklar yaptı. İsteklerini yerine getirebilmek adına kulübün gelecek dört yılına ipotek koydurttu. Bunca riski, yıllar süren bir hasreti sonlandırmak için aldı.
Halilhodzic’den istenen, sunulan malzeme ile bir an önce helvayı yapması ve taraftarın ağzını tatlandırması... İnsanlar artık icraat görmek istiyor, şikayet dinlemek değil...
Kendi düşen ağlamaz!
Futbol dışında her şeyin konuşulduğu Süper Kupa maçında yaşanan olaylar, nasıl bir bataklığa süreklendiğimizin görülmesi açısından kayda değerdir.
Alın teri şampiyonluklarla takılmış, “büyüklük apoletinin” seviyesiz demeçlerle kıymetsiz hale getirilmesi, sözde taraftar gruplarının rekabeti kan davasına çevirme çabası, futbolcunun oyunun ruhuna ve etiğine aykırı sapkınlıkları, bizi yasalar ve talimatlarla ıslah edilemeyecek bir çözümsüzlüğü sürüklüyor maalesef.
Çirkinlikler kamçı gibi yüzümüzde patlıyor. Ağızdan çıkan sözler sadece insanı değil, insanın en sadık dostlarını yaralıyor.
Hırs aklın önüne geçiyor, terbiye sınırları zorlanıyor, ahlak sözcüğü her geçen gün anlamını yitiriyor.
En acısı, ilkesizlikler üzerine inşaa edilecek başarıların, göğüslere takılacak bir yıldızdan daha önemli olduğu yanılgısı, bizi futbolun evrensel değerlerinden hızla uzaklaştıyor.
Kim ne zaman farkına varır bu gerçeğin bilemeyiz. Camialarına örnek olması gereken başkan, yönetici, teknik adam ve futbolcular ne zaman uçurumun eşiğine geldiğimizi idrak eder, hiç bilemiyoruz.
Bildiğimiz bir şey varsa eğer, birbiriyle bu kadar uyumlu olumsuzlukların yaşanabileceği tek coğrafya Türkiye’dir. Yalnızlaşıyoruz, farkında mısınız?