7 Mayıs günü, akşam saatlerinde konuşmuştum Aziz Yıldırım ile. Son derece kararlı, medyada yer alan haberlere öfkeli bir ses tonuyla, “Kimse rüya görmesin. İki yıl daha buradayım. Ben olduğum sürece Aykut Kocaman da görevinin başında” demişti. Fenerbahçe gibi büyük bir camianın patronu olarak, elbette her konuda söz sahibiydi Aziz bey. Kurumsallığın lafta kaldığı bir futbol düzeninde, kulüp başkanlarının çok seslilikten yanaymış gibi görünme çabalarını da garipseyemezdik.
Lakin teknik adamın, futbolcunun, hatta yöneticinin de aynı haklara sahip olduğunu es geçip, her fikir ayrılığında “tek adam” rolüne soyunmanın da bir sınırı vardı. Ve o sınır aşıldığında neler olabileceğini gördük. 3 Temmuz sürecinin en çok yıpranan isimlerinden biri olan Kocaman’ın, taşıdığı yükün yanı sıra yaşadığı stres patlaması, ayrılmaz denilen ikiliyi zıt kutuplara taşıdı. Hem de “Ben olduğum sürece Kocaman görevinin başındadır” satırlarının mürekkebi kurumadan.
Kocaman kalkan değilmiş!
Peki, defalarca istifa kararı alan Kocaman ile her defasında onu ikna eden Yıldırım arasında bu kez de bir orta yol bulunamaz mıydı? Transferin en civcivli günlerinde onca fikir ayrılığına karşın, böylesi derin bir kriz önlenemez miydi ? Anlaşılan o ki, Yıldırım ve Kocaman cephelerinde “tahammül” sözcüğüne yer kalmamıştı. Yoksa gel-gitlerine alışık olduğu teknik direktörünü geri döndürmenin bir yolunu bulurdu Fenerbahçe başkanı!
Aykut Kocaman’ın, her istifasında kendi söylemiyle “arkasında değil, yanında duran” Yıldırım için bir kalkan olduğu iddiası konuşuluyordu. Komplo teorisyenlerine göre şike süreciyle bağdaştırılan bu ilişkinin bitmesi, Yıldırım’ın da sonunu hazırlayabilirdi. Kocaman giderse, sıra Yıldırım’a gelecekti.
Hiçbir teknik adama, futbolcuya ve yöneticiye eyvallahı olmayan Yıldırım için Kocaman’ın farkı neydi? Yoksa 3 Temmuz’da başlayan kaotik dönemin şifreleri mi gizliydi bu beraberliğin altında? Her neyse... Bu iddia da çürüdüğüne göre fazla kafa yormaya gerek yok!
UEFA ve Yargıtay
Bir başka soru şu; “Şike süreci de dahil Fenerbahçe kulübünü bir diktatör gibi yönetmekle suçlanan, bazı taraftar gruplarıyla arası açılan, sert tavrını cezaevinden çıktıktan sonra da sürdüren Aziz Yıldırım, yaşanan tahribatı onaracak enerji ve kudrete sahip mi?” İkili arasındaki iplerin kopmasına neden olan tartışma, Yıldırım’ın şekerinin yükseldiği bir ana denk gelse de, istifa kararını onaylayanlar için hazırda bekleyen bir B planı olmalıydı.
Tıpkı Türkiye’deki şike davasını yakından izlemesine karşın, iki yıldır disiplin dosyasının akıbetini gizleyen UEFA gibi. Geçen hafta içinde Belçikalı raportörün kişisel görüşlerini içeren dosyayı Disiplin Komitesine teslim ettiği biliniyor. Nihai karar ise şimdilik sır. Ancak UEFA’nın eninde sonunda elindeki belge ve bilgilere dair bir açıklama yapacağı kesin.
Bu konuda iki farklı görüş var. İlki, UEFA Türkiye Futbol Federasyonu’nun gerekli hukuki yaptırımları uyguladığına kanaat getirecek ve dosya kapatılacak. Diğeri, ulusal liglerin ve Avrupa’daki organizasyonlarının bitmesini bekleyen UEFA, TFF’nin cezalarından tatmin olmayıp, kendi dinamiklerini harekete geçirecek.
İkinci olasılığın gerçekleşmesi Yargıtay kararıyla ilişkilendirilse bile, gelecek sezon Avrupa kupalarında mücadele edecek takımların 15 Haziran’a dek “temiz belgesi” verme zorunluluğu, açıklamanın fazla gecikmeyeceği şeklinde okunabilir.
Olaya bu açıdan bakıldığında, Aziz Yıldırım’ın kaderinin Aykut Kocaman’ın istifası değil, doğrudan UEFA’nın vereceği karar ile bağlantılı olduğu düşünülebilir.
Ancak böyle bir olasılık, başka bir tehlikeyi de beraberinde getirebilir. Londra’da toplanan İcra kurulunda şike, bahis, doping ve ırkçılıkla mücadelede yetersiz bulduğu federasyonlarla ilgili eylem planını açıklayan UEFA, Türkiye’de ve bazı ülkelerde yeni bir krizin patlamasına yol açabilir.
Bugün Fenerbahçe’de yaşanan kaosun oluşturduğu suni gündemi konuşuyoruz. Yarın daha ağır konuların altından nasıl kalkarız, bilinmez!
Kaçın, vergi geliyor!
Krasiç’in menajeri şöyle demiş: “Futbolcumuza dışarıdan teklifler var. Ancak kimse 2.2 milyon euro vermeye yanaşmıyor. Anlaşma olursa aradaki farkı Fenerbahçe ödesin.” Bu tespit, Türk futbolunda derin yaralar açan yabancı hayranlığının maddi boyutu ile ilgili. Ve hemen her kulüp için geçerli. Yüz milyonlarca lira ile anılan borçların yarısı, bu yanlış transfer politikalarının ürünü.
Gelelim yeni vergi yasası tasarısının bataktaki Türk futboluna vuracağı darbeye. Geçmişte de benzer bir öneri gündeme gelmiş, Başbakan devreye girerek futbolculardan alınacak vergi miktarını yüzde 15’e sabitlemişti. Dolayısıyla oyuncunun ödemekle yükümlü olduğu vergiyi üstlenen kulüpler, işi idare etmişti.
Şimdi hükümet kararlı. Alkol ve sigara yasaklarıyla ciddi oranda azalacak vergileri artırmanın en kestirme yolu, futbol piyasası. Kulüpler ayağa kalkmış “batarız, uygulama ertelensin” diyor.
Diyor da, kimse Avrupa’da olduğu gibi “futbolcu vergisini kendi versin” fikrine yanaşmıyor. Niye? Çünkü Türkiye yabancılar için vergi cenneti. Onca yıldız boşuna mı geliyor? Para tatlı, gelir kaymaklı. Tribünler doluyor ya, kulüplerin de canına minnet.
Bu memleket son on yılda ne değişimler gördü. Ne acılara katlanmak zorunda bırakıldı. Asla vazgeçilmeyecek değerlerinin erozyona uğratılmasına tanıklık etti. Esnafı, memuru, işçisi nefes alamaz hale geldi. Şimdi kalkmış, kazandığı milyonlarca euroyu İsviçre bankalarına havale eden yabancı futbolcunun vergisine ağlıyoruz.
Kimse kusura bakmasın. İşi ağlanacak noktaya getiren, kulüp yöneticilerinin bizzat kendisidir. Çözüm üretmesi, alışkanlıklarını değiştirmesi ve aklını başına alması gerekenler de onlardır hâkeza!