Senelerdir Futbol Federasyonu'nun genel kurullarını izleriz, lakin hiç böylesini görmedik! Yıldırım Demirören federasyonu ilk olağan mali kongresini yapıyor.
Açılış, divan başkanlığı seçimi derken, kürsüye federasyon başkanı çıkıyor.
Ardından UEFA Birinci Başkan Vekili Şenes Erzik.
Sonra da Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç.
Hepsi de önemli mesajlar veriyor. Konuşma süreleri ise 1.5 saati buluyor.
Ve ilan edilen gündemin diğer maddelerine geçiliyor.
Federasyonun ibrası, Denetleme Kurulu raporunun okunması, yeni dönem bütçesi, temenniler, yarım saatte genel kurul bitiyor. Elleri kaldır, indir. Kabul mü, kabul! Alan memnun satan memnun. Ortalık süt liman.
Beyler sanki beş yıldızlı otelde iki günlük tatile gelmişler Ankara'ya. Bitse de gitsek modu.
Salondan çıkan memleketinin yolunu tutuyor.
Hani futbolun çözümlenmesi gereken onca sorunu vardı? Nerede 2014 yılından itibaren uygulamaya girecek UEFA kriterleri? Kulüplerin maddi sıkıntıları. Uyuşmazlık Çözüm Kurulu'nun yeniden yapılandırılması.
Sezon planlaması, futbolun iliğini kemiren şiddet, yasa değişikliği, kulüpler yasası nerede? Tek bir Allah'ın kulu çıkıp fikirlerini anlatmadı. Sıkıntıları dile getirmedi. Çözüm önerisi sunmadı.
Oysa orası yılda bir kere de olsa, futbol ailesinin toplanıp eteğindeki taşları dökmesi gereken yüce meclisi idi.
Hem konuşmak isteyen, dertlerini anlatmaya çalışan olsa ne yazar. Geçen genel kurulda Altay başkanının isyanının nasıl bastırıldığını, benzer seslerin nasıl kısıldığını gördükten sonra!.. Geçiniz efendim geçiniz.
Federasyon mu? Kulüplere ufak çaplı maddi destek, mali fair-play konusunda bir kaç uyarı, geleceğe yönelik iyi niyet mesajları filan. Daha ne olsun? Böyle bir genel kurul yapısına fazla bile! Salon dışında ise her türlü dedikodu, kulis gırla gitti.
Peki meslektaşlarımız bu atmosferde ne yaptılar? Kimi kolundan tuttuğu yöneticiyi kamera karşısına götürdü, kimi transfer haberi sordu, bazıları da "geyik muhabbetine" daldı.
Sıkıntıların genel kurul salonuna değil kulislere taşındığı, kapı arkası pazarlık alışkanlıklarının devam ettiği, insanların birbirinin yüzüne söyleyemediklerini sağa sola fısıldadığı bir kongre daha böyle geçti.
Ne diyelim, çok yaşa Özerk Türk futbolu!
Erzik'in yerine Arıboğan olur mu?
Şenes Erzik'in Futbol Federasyonu genel kurulundaki konuşması veda mesajı gibiydi.
Eskilerden başladı, günümüze geldi.
FİFA ve UEFA'daki görevlerinden söz etti. Bu makamların Türkiye için ne kadar önemli olduğuna dikkat çekmek istedi.
Ve salondakilerin gözlerinin içine bakarak şöyle devam etti: "Sizlerden bir ricam var. 2013'te sonlanacak FIFA ve 2015'te sona erecek UEFA görevlerim için hazırlık yapmanız. O görevler için bir ülke kontenjanımız yok. Bir an evvel bu onurlu görevi yapacak genç arkadaşları bulup çıkaralım, hazırlıkları yapalım. " Günün belki de en önemli saptaması idi.
UEFA Gençler Komitesi'nden başlayıp birinci başkan vekilliğine uzanan 40 yıla yakın bir süreçte Türkiye'yi temsil eden Erzik, koltuğu bıraktığında onun yerine görev yapacak birilerini hazırlamamız gerektiğini söylerken, aslında başımıza geleceklerin de haberini vermek niyetindeydi.
Bilmiyorum Erzik'in mesajı alındı mı? Bir yıl sonra FİFA, üç yılın ardından UEFA'da göreve talip olacak nitelikte futbol adamımız var mı? Mehmet Ali Aydınlar ile birlikte istifa eden Lütfi Arıboğan, Erzik'in halefi olarak gösteriliyordu. O şimdi Galatasaray Kulübü'nde, önemli bir makamda.
Arıboğan ismine tepki gösterenler çıkabilir. Ancak unutmayalım ki, Şenes Erzik de koyu bir Fenerbahçeli. Uluslararası platformdaki görevleriyle gönül verdiği renkleri karıştırmayan Erzik'in işaret ettiği isim, Arıboğan olabilir mi? Neden olmasın? Eğer aradan geçen çeyrek asıra yakın bir sürede Arıboğan'ın dışında ülkemizi FİFA ve UEFA'da temsil edecek yeni bir isim bulup yetiştirmedi isek, tüm federasyon başkanları ve Erzik de dahil olmak üzere herkesin masaya şapkasını koyup kendisini sorgulama vakti gelmiş demektir.
Yine de Erzik'e bir teşekkür borcumuz var. En azından yakın gelecekte neyle yüzleşmemiz gerektiğini şimdiden anımsattığı için!..
Kızdırmayın devlet babayı!
Fenerbahçe, stadını kendi olanakları ile yeniden inşaa etti. Hem de maçlarını Saracoğlu Stadı'nda oynarken.
Galatasaray, Türk Telekom Arena tamamlanıncaya kadar mabedi Ali Sami Yen'in dışına çıkmadı.
Şimdi sıra Beşiktaş'da. Ancak bu kez durum hayli sancılı.
İnönü Stadı, konumu, tarihi özellikleri ve yapısı itibarıyla Saracoğlu'ndan farklı. Bir başka yere stat yapacak olsanız, o bitinceye kadar İnönü'de devam edebilirsiniz. Bu da gündemde olmadığına göre, devletin bile müdahil olduğu bu tartışmayı bitirmenin yolu, sevgili Cem Dizdar'ın önerdiği gibi İnönü'yü parça parça yenilemek ve getireceği sıkıntıları camia olarak paylaşmak.
Çünkü ne acıdır ki bu tartışmaların içinde kimse karşısındakini anlamaya çalışmıyor. 49'ar yıllığına tahsis edilse de adı geçen statların gerçek sahibinin devlet olduğunu görmezden geliyor.
Kullanım hakkını elinde bulundurmak başka, tapusu benim diyebilmek farklı.
Haa, tıpkı Avrupa'nın büyük ve önemli kulüpleri gibi arazisinden, temelindeki çimentoya, tuğlasından, ışıklandırmasına kadar kendi maddi imkanlarınız ile ortaya çıkardığınız bir baş yapıt olsa statlarınız, aslanlar gibi tavrını koyarsınız.
Bugün Türkiye'de bu ekonomik güce sahip olan kulüp var mı? Elbette yok. O halde?.. Yarım asrı aşkın süredir sırtını devlete dayama alışkanlığı içindeki kulüpler, vergi, sigorta borcu söz konusu olunca bürokrasinin kapısını aşındıran yöneticiler, yeni krizlerin tohumlarını atmak yerine biraz duyarlı, hoş görülü ve anlayışlı davranırsa bu suni stat krizi de pek âlâ çözümlenebilir.
Aksi mi? Aksi takdirde birileri işaret parmağını şöyle bir sallar, sizler de söylediğiniz onca sözün üzerine bir bardak soğuk su içmek zorunda kalısınız!