Ne kadar hasret kalmışız, ne çok özlemişiz böyle güzel haberleri... Yıllardır Türk futbolunun çözümsüz görünen sorunlarıyla uğraşmaktan kafamızı kaldıramadığımız gibi, yüzümüzü güldürecek pek çok detayı da ıskalayıp, ulusca karamsarlığın dibine vurmuşuz adeta.
Söyleyin şimdi, kim gurur duymadı, kimin göğsü kabarmadı Arda Turan’ın Barcelona’ya transferinden? Türk futbol tarihine kulüpler üstü bir unvanla, kaç Arda geldi geçti bu coğrafyadan?
Fenerlisi, Beşiktaşlısı, Trabzonsporlusu ve en çok da Galatasaraylısı, hangi futbolcuyu sahiplendi Arda Turan kadar? Henüz 8 yaşında Bayrampaşa’da Altıntepsi Makelspor’da topla tanışıklığı başladığında, hangimizin aklına gelirdi Arda’nın “altıntepsi” içinde yıldızlar topluluğu Barcelona’nın kurmaylarına sunulacağı?
Keşfine, gelişimine, evrimine katkısı olanlar dahil, yıldız milli takımının “koca kafalı” Arda’sının, o günlerde hayranlık, biraz da kıskançlıkla bakılan zekasının tek başına bir dünya starı olmasına yetmeyeceği aşikârdı. Daha fazlası gerekliydi. Basamakları teker teker, ancak emsallerinden daha hızlı çıkmayı başaran Arda Turan, yeteneğini doğuştan gelen liderlik özelliği ile birleştirdiğinde Türkiye sınırlarının kendisine dar geleceği, yüzlerce gence örnek olacağı belliydi artık.
Marka olması şans mı?
2011 yılının Ağustos ayında 12 milyon euro bonservis bedeli ile İspanya’nın yolunu tutan ve ülkenin ihraç ettiği en değerli futbolcu unvanını alan Arda’nın, bugün neredeyse dört katı bedelle Barça markasının bir parçası olması rastlantı mıdır sizce?
Ya da bardağın diğer tarafından bakalım konuya; Arda, pek çok yıldız gibi Galatasaray forması ve ay-yıldızlı takım ile sınırlasa idi dünyasını, hedefleri son model arabalar, lüks bir yaşam ve magazin basınına malzeme olacak aşk üçgeninde tıkanıp kalsaydı, saraydan fabrikadaki emekçisine değin, toplumun gönüldaşı payesi alabilir miydi sizce?..
Arda’nın dünyanın en önemli kulüplerinden birine yaptığı transferi abarttığımızı düşünenlerin fikrine saygı duyarken, geçmişe gidip yüreğimizi pır pır ettiren kaç güzellik yaşadığımızı, onlara yeteri kadar önem verip vermediğimizi ve ne kadar özen gösterdiğimizi anımsamakta yarar var.
Onların da yeri farklı Mesela, Galatasaray’ın UEFA şampiyonluğunun üzerine tuğla koyacak bir başka takım çıktı mı bu ülkeden?
Şenol Güneş’in dünya üçüncüsü olan A milli takımından sonra, bırakın o çıtayı yükseltecek, aynı kulvarda yarışabilen bir başka ay-yıldızlı ruh gördü mü yaşı kemale erenler?
Veya Cüneyt Çakır’ın Dünya Kupası’nda yönettiği yarı final ve Şampiyonlar Ligi finaline adını yazdırdığı o müthiş maçların dışında, Türk hakemliğinde “işte dahası da budur” diyeceğimiz ne olabilir yarınlarımızda? Daha iyilerini her daim istiyoruz ve bekliyoruz. Tıpkı Arda’nın başardıkları gibi! Aynada ne görüyorlar?
Günlerdir televizyonlarda Arda ile ilgili haberleri ve o tarihi imza törenini izleyip, tüyleri diken diken olan milyonlarca yurttaştan biriyiz sadece. Messi, Neymar, Alves, Rakitic, Iniesta, Suarez ve Mascherano’lu Barca kadrosu sayılırken, Arda Turan’ı dünya yıldızlarıyla aynı sahada görmek, onu en önemli finallerin aktörleri arasında izlemek gerçekten çok özel bir duygu olacak. Atletico Madrid, eski oyuncusunu “Teşekkürler Arda” diye uğurlamıştı. Arda’nın hayallerini Camp Nou mabedinin tribünlerinde maç izlemekle sınırlamaya kalkıp, duvara tosladıktan sonra şahsını vücudunun en narin bölgesiyle özleştirenlerin, bugün aynaya baktığında ne göreceğini de çok merak ediyorum doğrusu!
Teşekkürler Arda, sağ ol kardeşim, bizi bizden farklı kılmayı başardığın için!..
Olmadı be Devrim abi!
Yumuk elleriyle yanaklarımdan sıkıp “Allahını yerim lan senin” dediği ses tonu ve yüzündeki o sevecen gülümsemeyle anımsayacağım Devrim Ağabeyimi.
Ankara’da gazetecilik yapıp da Devrim Sağıroğlu ile ilgili anısı, anlatacağı bir hikayesi olmayan yoktur aslında. Lakin beni “gazeteci” yapan, meslekte elimden ilk tutan insan olarak, çoğundan özelimdir diye ayrıcalıklı hissetmek istiyorum ardından gözyaşımı tutamazken.
Rastlantıya bakın ki, tam 30 yıl önce bir 10 Temmuz günü Milliyet Ankara bürosunda yeni mezun idealist gazeteci adayı sıfatıyla tanıştırılmıştım Devrim Ağabey ile...
Serviste ondan habersiz kuş uçmaz, emrivakiye ise hiç gelemezmiş meğer. Haber müdürü Özgen Acar “Devrim bu çocuk sana emanet” diye beni odanın kapısına bıraktığında, ne Zeki Çol, ne rahmetli Erol Yaşar, ne Taki Doğan, ne de Selçuk Mumcu kestirebilmişti “Ulu Şef”in tepkisini.
Hepsini şaşırttı. Aldı beni yanına, sahiplendi, yeşertti, büyüttü, yıllar sonra da Zeki Çol’a emanet edip ayrıldı çok sevdiği gazetesinden!
Dürüst gazeteciliği, meslekte eğilip bükülmemeyi, o zamanlarda da revaçta olan çıkar ilişkilerinden uzak durmayı, Milliyet’te çalışmanın ayrıcalığını, Namık Sevik felsefesini ve en önemlisi hayata dair öyle özel şeyleri öğretti ki talebelerine...
Devrim Sağıroğlu’nu utandırmamış olmak tek tesellimizdir sevenlerini kahreden bu erken vedanın ardından.
Işıklar içinde, huzurla uyu Devrim ağabeyim!