Yeri ve zamanı geldiği için bir kez daha anımsatmakta yarar var.
O günlerin “saygıdeğer hocası”, bugünlerin darbeci “vatan haini” şahıs ile ilgili en açık tespiti Aziz Yıldırım yapmıştı.
2012 yılının 28 Mart’ında, şike davası sürecinde Metris cezaevinde hapis yapan Fenerbahçe başkanını ziyarete gitmiştik.
Aramızda kalın bir cam, elimizde telefonlar vardı. Konuşmamızın sonunda, sözü Fethullah Gülen’e getirmiş ve şöyle demişti:
“Bu davada onlarca kulüp ve yönetici vardı. Şimdi içeride sadece Fenerbahçe başkanı ve arkadaşları yatıyor. Bu komployu yapan o şahıstır.”
Gayri ihtiyari, “Aman başkan, telefonları dinliyorlar, sus” desem de, “Dinlensin, kimden çekineceğim. Yaşadıklarım yeter zaten” karşılığını vermişti.
Malum süreçte kimse “paralel yapının” P’sini ağzına almıyor, bu yapılanmaya dikkat çekenlere ise en hafifi ile “Size kargalar güler” şeklinde tepki veriliyordu.
Dolayısıyla Yıldırım’ın sözleri, başına daha büyük dertler açabilirdi.
Aradan üç yılı aşkın bir süre geçti. Dönemin Galatasaray Başkanı Duygun Yarsuvat’ın, “Gülen teşkilatı Aziz Yıldırım’dan 50 milyon dolar istedi, o vermedi” iddiası, Pensilvanya’dan gelen birkaç cılız tepki dışında yalanlanamadı.
Ortak nokta
Ve geçen yıl İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 17-25 Aralık soruşturması için hazırladığı iddianame gündeme geldi. Kapsamında şike davası da vardı.
Başsavcı iddianamesinde, Fethullah Gülen’in cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırmaya teşebbüs suçuyla yargılanmasını talep ederken, söz konusu suç örgütünün Fenerbahçe Kulübü’nü ele geçirmek üzere kumpas kurduğu ifadelerine de yer vermişti.
Bu ülke yakın geçmişte Ergenekon, Balyoz ve Şike davalarına tanıklık etti.
Tümünün ortak yanı, FETÖ kumpası ve ayaklar altına alınan hukukun, yine hukuk tarafından kurtarılmaya çalışılması idi!
Bunu biz değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin savcı ve hakimleri tescilledi. Geldiğimiz nokta ortada!
Geçen hafta yaşadığımız başarısız darbe girişimi, 30 yılı aşkın süredir ülkenin her kurumuna, ordusuna, emniyetine, yargısına, eğitimine, kısacası kılcal damarlarına kadar sızmış hainlerin, demokrasiyi ve Cumhuriyeti yıkma, ülkeyi bir iç savaşa sürükleme emellerinin son noktası idi. Tüylerimiz ürpererek okuduğumuz korkunç itiraflar, Türkiye’nin ne büyük bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığını anlamaya yetti.
Eşikten döndük
Şunu çok net söyleyebiliriz; ülkemiz büyük bir felâketin eşiğinden döndü. Aksi takdirde bir Suriye, Irak ya da Mısır olmamamız işten bile değildi!
Lakin unutmayalım, bir üst aklın yönettiği aşikâr olan bu ihanet şebekesinin tohumları, yine bir kaos ortamı sonrası atılmıştı. Üniversite yıllarımızda bizzat yaşadığımız 80 darbesinin cuntacıları, din kisvesiyle örgütlenen bu yapılanmaya hoşgörüyle yaklaşmış, tohumlar filizlenmiş, kollanmış, kullanılmış, toplumun her kesimine nüfuz etmiş ve bugünün canavarı haline getirilmişti. Bir haftadır gözaltına alınan, görevden el çektirilen ve tutuklananların 50 bini aşmış olması, durumun vahametini ortaya koymaya yeter de artar!
Spor da var
Sanmayın ki, bu canavarın kolları spor ve futbola uzanmadı. Düşünmeyin ki, bu camiaların içinde ihanet şebekesine itaat eden yönetici, sporcu ve teknik adam yoktu! Sadece Spor Bakanlığı’nın yurt genelindeki teşkilatından, bu satırların yazıldığı ana kadar açığa alınan ve hakkında soruşturma başlatılan personel sayısı 2 bin 345 idi.
Galiba onların da korkma ve hesap verme vakti yaklaştı.
Evet spor gazetecisiyiz. Ama önce, laik Cumhuriyet’e gönülden bağlı çoğunluğun bir neferiyiz. Kendi halkına kurşun sıkan, tanklarla ezen, uçaklarla bomba yağdıran, ulusal egemenliğin en kutsal mekanını ateşe verenlere, elbette bizim de söyleyeceğimiz birkaç laf olacaktır.
Vakit, yaşanan şoku fırsata çevirme vakti. Hangi görüşü savunursa savunsun, meydanlara çıkan insanlar tek bir ideal etrafında birleşti ise, ülkeyi yönetenler, siyasetçiler ve sivil toplum kuruluşları verilen mesajı doğru okumalı, hukuk kuralları çerçevesinde her türlü önlemi alıp, tökezleyen demokrasiyi ayağa kaldırmakla sorumlu olduklarını bilmelidirler.
Dev maçta kol kola
Ülkemiz Cumhuriyetine ve demokrasiye sahip çıkan halkı sayesinde, büyük bir belayı savuşturdu. Meydanlar her görüşten (ortamı fırsat görüp azınlıkta kalan provokatif girişimler hariç) insanı biraraya getirdi. 16 Ağustos’ta Beşiktaş ile Galatasaray arasında Süper Kupa finali oynanacak. Futbol Federasyonu ve iki kulübümüzün başkanlarına naçizane önerimiz, yıllardır yan yana maç izleyemeyen taraftarın böylesi anlamlı bir süreçte, böylesi önemli bir maçta kol kola girmelerini sağlamak. Birlikten, bütünlükten ve tek ses olmaktan söz ediyorsak, neden olmasın? Deneyelim ve futboldan başlatalım yeni dönemi!..
Doğruyu söyle Gomez!
Sevgili Serdar Sarıdağ iyi yetişmiş bir Beşiktaş muhabiridir. Şampiyonluk sonrası “Mario Gomez gidiyor mu, kalıyor mu?” tartışmalarına 3 Mayıs’ta Milliyet gazetesinin manşetine çıkan haberi ile noktayı koymuş ve “Elveda Kartal” başlığı ile bugünlere ışık tutmuştu.
Aradan geçen zamanda haberi yalanlamaya çalışanlar da çıktı, peşinden gidenler de! Perşembe günü Alman golcü sosyal medya hesabından “veda” mesajını verdi. Darbe girişimine atıf yaparak, “Ayrılığın sebebi tamamen politiktir. Birkaç gün içinde yaşadığım olaylardır” dedi. Açık söyleyelim, inandırıcı gelmedi. Kalmaya niyeti olsa, en azından Avrupa Şampiyonası sonrası gelir imzasını atardı. Rotasını aylar önce çizen Gomez’den, ona ikinci baharını yaşatan Beşiktaş’a saygı gösterip, Quaresma gibi açık sözlü olmasını beklerdik!