Futbolcunun, teknik adamın parasını alamadığı için hukuki yollara başvurduğunu görmüştük de, iş başındaki bir yönetimin kulübe verdiği paralar için haciz koydurduğuna pek tanıklık etmemiştik.
Sağ olsun Ankaragücü sayesinde bunu da yaşadık!
Tam 33.7 milyon liralık komedi.
Peki kimler ne vermiş de geri istemiş kulüpten?
En dikkat çekenleri şöyle:
Başkanvekili Nuri Elibol 7.9, Genel Sekreter Levent Çamur 3, Genel Sayman Ayhan Atalay 3.1, yönetici Mustafa Akan 9.7, yönetici Mehmet Nükte 2.2 milyon liralık haciz talep etmiş.
Daha ilginci var. İdari Menajer Ender Yurtgüven de mahkemeye 1.7 milyon liralık alacağı olduğunu beyan etmiş.
Para ile imanın kimde olduğu bilinmez derler. Tanrı herkese daha çoğunu versin.
Yanıt bekleyen sorular
Lakin şu tabloyu gördükten sonra insan merak etmeden duramıyor.
Sarı-lacivertli renkler aşkına milyonlarca lirayı tereddüt etmeden (!) masaya koyan bu yöneticiler, kazandıkları paraların vergilendirilmesi aşamasında da aynı hassasiyeti gösteriyorlar mı?
Öyle ya, birileri çıkıp “Kardeşim iyisin, hoşsun, cebinden 9 milyon vermişsin. Peki bu parayı nereden kazandın, devlete vergisini ödedin mi?” diye sorarsa, mantıklı ve makul yanıtları var mı?
“Kulüp için bir lira verdi isen, kenarda on liran daha vardır” diye düşünmek yanlış mı?
Bir başka ilginç durum, haciz listesinde Başkan Ahmet Gökçek’in adının olmaması.
Sayın Gökçek para mı vermedi, yoksa diğer yöneticiler gibi verdiği paranın peşine mi düşmedi?
Kim bilir, belki de adı geçen yöneticiler haciz işlemini Sayın Gökçek adına gerçekleştirdi!
100. yıl fiyaskosu
Yüzüncü yılında şampiyonluk söylemleriyle yola çıkan bir kulübün düştüğü duruma bakın.
Teknik direktörü, yöneticiyle kavgalı, futbolcu parasını alamadığı için Futbol Federasyonu’nun kapısını çalmış, personele aylardır maaş ödenmemiş, son genel kurul mahkemelik olmuş, saha sonuçları endişe verici hale gelmiş, yöneticiler haciz peşine düşmüş.
Taraftar ise bu ortamdan şampiyonluk çıkmasını umut ediyor.
Ahmet, Mehmet, Veli, Cemal, Selami...
Her kim veya kimler ise, son on yıldır Ankaragücü’nde kulübün iyi yönetilmediği, kişisel çıkarların hep ön planda tutulduğu bir sürecin yaşandığı aşikâr!
Bakın aynı döneme...
Ligde ve kupada Ankaragücü taraftarını mutlu edecek, heyecanlandıracak, coşku yaratacak sonuçlar var mı?
Hepsinden vazgeçtim, beklentilerin onda birini karşılayacak bir başarı mevcut mu?
Yok mu?..
O halde gerisi, lafü güzâf’dır.
İşte şike, işte ceza
Futbol Federasyonu’nun beğenmediğiniz kararları olabilir. Canı yanan, bağırıp çağırabilir.
Kimi zaman biz de kendimize göre eleştirdik.
Ancak konu şike ve şiddet olunca, federasyonun gösterdiği hassasiyet, hakkını verelim takdir edilmelidir.
Şiddet yasasıyla ilgili ısrarı, yetkisiz menajerlerle mücadelesi, şike olayları konusundaki tavrı Futbol Federasyonu’nu geçmiş yönetimlerden farklı bir noktaya koymamızı gerektiriyor.
Neden mi? Gayet basit.
Sümen altına gizlenen dosyalar, açılmadan kapatılan davalar ve görmezden gelinen pazarlıklar dönemlerini de yaşamış bir spor gazetecisi olarak, böyle bir yargıya varma hakkım olduğunu düşünüyorum.
Futbolu kirleten unsurlarla mücadelenin son örneği şike ve şikecilere verilen cezalar oldu.
İlgilenenler anımsar.
Bochum savcılığının açtığı, Futbol Federasyonu’nun takibe alıp soruşturduğu şike dosyasında Pursaklarspor - Karsspor maçının da adı geçiyordu.
İşin yargı boyutu henüz sonuçlanmadı.
Futbol Federasyonu ile ilgili yanında ise önemli bir karar çıktı.
Söz konusu maçın sonucunu kurgulamaya çalışan Karsspor idarecisi Muhammet Karahal ile yetkisiz menajer Hakan Erhalaç ve o dönem profesyonel olan futbolcu Harun Tuncer 1’er yıl hak mahrumiyeti cezasına çarptırıldı.
Olay incelendiğinde cezaların az olduğu düşünülebilir.
Fakat Etik Kurulu raporu doğrultusunda Disiplin Kurulları tarafından verilen bu cezalar, en azından caydırıcılık adına umut vericidir.
Daha önemlisi, yapanın yanına kâr kalmayacağının tescilidir.
Bu dosyada bir eksik kaldı.
Federasyon şike ile ilgili mücadelesini daha yüksek sesle duyurmalıydı.
Alınan karar ve verilen cezalar disiplin kurulu bülteninin satır aralarında değil, federasyon sitesinin “manşetine” konmalıydı.
İşte şike, işte ceza gibi!
Artık konuşma Schuster
Schuster önce kendisiyle tartışan Fatih Tekke’yi defterden sildi.
Ardından Türk futbolunu 50 yıl geriye götürdü.
Son olarak alkollü araç kullanırken kaza yapan ve ehliyetine el konan Guti’ye, İspanyol basınını bile hayrete düşürecek biçimde sahip çıktı.
Düşünüyorum da...
Soyunma odası yolunda küfürüne küfürle karşılık veren Tekke değil de Quaresma olsaydı.
2.71 promil alkol Guti’de değil de herhangi bir Türk futbolcusunda çıksaydı.
Alman teknik adam, Süper Lig yerine parayı bastıran Katar’da çalışıyor olsaydı.
Bu kadar fütursuzca medyaya malzeme verebilir miydi?
Bence her defasında susma hakkını kullanırdı!
Çok şey kazanırdınız
Yıldırım Demirören ve İbrahim Yazıcı son ceza olayında tribüne oynamak yerine çıkan olayların takımlarına verdiği zararı anlatmayı tercih etseydi inanın tarihe geçerlerdi.
Veya kavganın, adam bıçaklamanın, kafalarda bira şişesi kırmanın sorumluluğunu emniyete atmak yerine bu tarz taraftar gruplarını görmek istemediklerini söyleseler.
Çok mu zordu inanmadıkları şeyleri dillendirmek yerine yaşananların vahametine dikkat çekmek.
Sporda şiddeti önleme formüllerinin arandığı, Başbakan’ın bile “Bitirin şu işi” dediği bir dönemde bu söylemler iki büyük kulüp başkanını da yüceltirdi.
Olayları çıkarıp gözaltına alınan zanlıların ifadelerine bakın.
Hepsi sözlerinin sonunda “Pişmanız” diyor.
Bari bu itirafları okuyup “Yaşananlardan dolayı üzgünüz, sorumlu taraflardan biri olarak biz de pişmanız” diyebilseydiniz.
Hiçbir şey kaybetmez, çok şey kazanırdınız.