Dolar almış başını gidiyor. Euro desen her gün yeni bir rekor kırıyor. Altın mı? Yanına yaklaşılmaz şu aralar. Bizi, daha doğrusu kulüpleri ilgilendiren tarafına gelelim işin. Bırakın yabancıları, yerli futbolcuların bile euro üzerinden sözleşme yaptığı bir ülkeyiz. Döviz bir kuruş artsa kulüplerin kasasından çıkan para katlanıyor. Trafikte beklerken atıp duran taksimetre gibi. Borç hanesine bir çentik daha.
Hatırlarsınız, yakın geçmişte devlet büyüklerinin çağrısına kulak verip, yastık altındaki dolar ve eurolarını bozdurma kuyruğuna girmişti halkımız. Bozdurduğu dövizin fişini getirene bedava tıraş ve yemek teklif eden esnafımız vardı. Gün geçmiyordu ki televizyonlar ve medya bu “halk hareketini” haber yapmasın. Kulüpler de kapılmıştı furyaya. Futbolcu sözleşmelerinin TL üzerinden düzenlenmesini öneren mi çıkmadı, ücretlerde indirim yapacağını söyleyen mi?
Eee, ne oldu sonra. Elin yabancısı tanır mı başka parayı? Hadi onları geçtik, bir tek Türk oyuncu çıkıp “Ben paramı euro değil, yerli para birimi üzerinden alacağım” dedi mi? Duyan var mı?
Sevinen çok!
Servet düşmanı filan değiliz. Gönül ister ki herkes emeğinin karşılığını bulsun. Gün yüzü görmeyen maden işçisi de, atama bekleyen öğretmen de, sabahın köründe tezgahının başına geçen simitçi, gurbette hizmet veren sağlıkçı da hak ettiğini kazansın.
Büyük şirketlerin CEO’ları ve sporcular dışında ücretini döviz üzerinden alan kimse var mı bu ülkede? Dolar ve euro yükseliyor, maaşlar eriyor. Primlerin bile döviz olarak ödendiği futbol dünyası ise el ovuşturuyor olup bitene.
Bir de vergi meselesi var, asıl insanların canını yakan. Kazandığı paranın bir lirasını devlete vergi olarak ödeyen futbolcu gösterin, biz de bırakalım bu mesleği.
Kulüpler hiç ağlamasın. Başı sıkışınca devlet babanın kapısını çalmasın. Borçları erteleyelim, kalanı öteleyelim söylemleri vatandaşın böğrüne bıçak gibi saplanıyor artık.
Üç liralık oyuncuya on lira ödeyen, üstelik vergilerini de üstlenen kulüplerin öz kaynaklarına yönelme, tüketen değil, üreten pozisyonu alma vakti çoktan geçti. UEFA mali fair-play kriterlerine rağmen sadece dört büyük kulübün toplam borcu 4.5 milyar liranın üzerinde. Buna vergi ve SGK primlerini de ekleyin, anlayın durumun vahametini!
Çözüm mü? Yıllardır sümen altı edilen, her yeni spor bakanının önce gündeme getirip sonra unuttuğu kulüpler yasası var ya? Hani bir gün çıkarsa, belki o!..
Boşnağım, Türk’üm
Baba tarafım Bosnalı.. Ana tarafım Selanik. Vakti zamanında göçmüşler Türkiye’ye. Birinin ailesi Bursa İnegöl’e, diğeri İzmir’e. Dört nesil olmuş bu topraklarda yaşıyor, bu vatan için çalışıyor, askerlik yapıyor, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’e sahip çıkıyoruz. Çıkmaya da devam edeceğiz.
Boşnak, Arnavut, Gürcü, Laz, Kürt, Arap, Ermeni, Rum, Süryani, Çerkes, Yahudi, Zaza... Asırlardır birlikte, kardeşçe aynı coğrafyayı paylaşıyoruz.
Ne idiğü belirsiz biri veya birileri bozabilir mi bu barışı? Bozamaz. Hele yakın geçmişte FETÖ ile yatıp kalkan, konjonktür değişince “Atatürk’ü babam gibi severim” sahtekârlığına soyunan, bu ülkenin nasıl bir mozaikten oluştuğunu anlayamamış, iki yüzlü müptezeller hiç bozamaz!
Boşnağım, Türk’üm. Bu kafatasçıların medyada, spor camiasında ve dahi ülkede yeri olmaması gerektiğine inanıyorum.
“İlhan Cavcav” sezonu!
Daha önce de sıkıntılı günler geçirmişti Gençlerbirliği. Ancak gidişata bakınca insanın aklına kötü senaryolar geliyor. Lafı dolandırmaya gerek yok. Adının verildiği sezonda başkent ekibi küme düşerse, rahmetli İlhan Cavcav mezarında ters döner inanın. “Olmaz öyle şey. Bunlar da geçer” diye düşünenler varsa, bu kulübün başında artık İlhan ağabeyin olmadığını hatırlatmakta yarar var.
O, yılların deneyimi ile çok badire atlatmıştı. Lakin panik halinde hangi butona basacağını henüz bilmeyen bir başkan ve yönetimden endişeliyim ben. Baksanıza yaşananlara. Sezona Ümit Özat ile başlayıp üç hafta sonra yolları ayıran onlar. Mesut Bakkal’a güvenip takımı teslim eden onlar. Dokuz hafta sonra “kaybedecek vaktimiz yok” diyerek tekrar Ümit Özat’ı göreve getiren yine aynı insanlar. Belki farkında değiller ama, dışarıdan bakınca trajikomik görünüyor Gençlerbirliği’nde gelişen olaylar!
İlhan ağabey kendi kasası gibi korurdu kulübün parasını. Pek çok rivayet dolaşırdı miktarı ile ilgili. Şimdi elde avuçta ne kaldı, en iyi Murat Cavcav bilir. Eğer hâlâ durumu idare edecek bir şeyler varsa, bu kadro ile ligde tutunamayacağı gerçeği üzerinden, ki o zamana kadar Özat kalırsa, devre arasında menajerlerin değil hocanın vereceği liste iyi okunmalı ve gereği yapılmalı.
Bir başkentli ve Gençlerbirliği sempatizanı olarak kaygılarımızı dile getirmemiz birilerini rahatsız ediyorsa, 97-98 sezonunun son iki haftasına bakın derim. O sıkıntıları yaşamamak niyetinde iseler, “İlhan Cavcav” sezonununda adına yakışır işler yapmak zorundalar!
Sosa meselesi!
Olmadı. Doku uyuşmadı. Hem Sosa’nın hem Trabzonspor’un kimyası bozuldu. Beşiktaş günlerine bakarsak iyi futbolcu ve iyi insan olabilir. Ama belli ki bedeni Trabzon’da, kafası hâlâ Avrupa’da. Ailesinin de öyle.
Osmanlıspor maçının son bölümlerini getirin gözünüzün önüne. Korner atışı sırasında kendisini ıslıklayan taraftara alkışla karşılık verdiğinde kopmuştu Sosa ile Trabzonspor’un bağı.
Arjantinli oyuncu ve Milan kulübü ile nasıl bir anlaşma yapıldı net olarak bilmiyoruz ama, ocak ayında o sözleşme mutlaka gözden geçirilmeli.
Bugün sakatlık, yarın kart cezası derken, Sosa’nın Trabzonspor için sorun olmaya devam etmesine daha fazla izin vermemeli. Israr etmeye gerek yok, yol yakınken ayrılın bitsin!