Göztepe maçı sonrası Fenerbahçe Teknik Direktörü Aykut Kocaman’ın itirafı ilginçti; “Bütün takım onun etrafında dönen bir halde idi. Böyle bir ayrılıktan sonra onun yerini bir anda doldurmak, dönüşüm kolay değil”. Demek ki deneyimli teknik adamın Alex’i gözden çıkardığı vakit oyun kurgusuna yönelik ciddi kaygıları vardı. Yılların alışkanlığını kısa sürede değiştirmek kolay değildi. Cristian, Selçuk ya da Meireles’den yeni bir Alex yaratmak ise fantezi.
Peki, Sezer alternatif olabilir miydi Alex’e? Genç futbolcunun son dönemlerde gösterdiği performans, yeteneği, doğru anda doğru yerde bulunma yetisi ve Alex’i 5’e katlayacak enerjisi ile neden olmasın dendi.
Kocaman’a “Neden Sezer ?” diye sorulmuştu. Önce antrenmanlardaki hırsından ve istekli görüntüsünden söz etti. Sonra kısa sürede takıma uyumundan. O zaman belki de Sezer’in kimyasını bozmaktan çekinmişti. Ancak bu tercihin altında yatan en önemli faktör, forma bekleyen diğer isimler arasında onun çok fazla artısının bulunması idi.
Sezer bu boşluğu doldurmaya aday mı, bunu konuşmak için çok erken. Çünkü Alex ile Sezer’i kıyaslamak, portakal ile elmadan aynı tadı almayı beklemeye benzer. Lakin Sezer’in, Fenerbahçe’nin son dönemlerde sabır, emek ve övgüyü hak eden en isabetli transferi olduğu kesin.
***
Fenerbahçe’de Alex’in gidişiyle yaşanan şaşkınlığın benzerini, derinden hisseden teknik adamlardan biri de Şenol Güneş idi. Geçen yıl takımın skor yükünü tek başına çeken ve transferde Galatasaray’ı tercih eden Burak Yılmaz’ın yokluğu sadece Güneş’in değil, Trabzonspor takımının da ruh halini bozdu. Üstelik Burak, aniden terk etmedi Trabzon’u. Gideceği aylar öncesinden belli idi. Bunu yönetim de teknik direktörü de biliyordu.
Ne yaptı bordo-mavili teknik heyet ve yönetim? Vittek, Janko ve Halil gibi farklı oyun yapısına sahip oyuncuları kullanarak, Burak üzerine kurulu hücum anlayışından yeni bir sisteme geçmeyi denedi. Olcan ve Volkan gibi geçmişin en iyi kanat oyuncuları arasında gösterilen isimlerden hücum zenginliği yaratmayı düşündü.
Sonuç mu? Geçen sezonun aynı dönemiyle karşılaştırıldığında Trabzonspor daha az gol atmasına karşın, daha fazla puan toplayarak lig sıralamasında üç basamak yukarı tırmandı.
Rakamlar yanıltmasın. Tek adamlı sistemden çıkıp devamlılığı olan bir takım yaratmak kolay değil. Trabzonspor, şimdilerde bu sancıyı yaşıyor.
Aykut Kocaman Alex’siz dönemi az hasarla atlatarak verdiği kararının arkasında durma gücünü buldu.
Şenol Güneş önce Selçuk, sonra da isteği dışında takımdan ayrılan Burak’ın yarattığı depremin etkisinden ise henüz kurtulamadı.
Peki her ikisinin de boşluğu dolar mı? Sakın ola böyle bir beklenti içine girilmesin. Bir daha ne Alex gibi bir oyuncu Fenerbahçe’ye, ne de Burak gibi özel bir golcü Trabzonspor’a kolay kolay gelebilir! Adama göre sistem değil, sisteme göre adam arayışı kabul gördüğü vakit teknik adamların bilgisi ve becerisi konuşulur ki, futbolun doğrusu da budur!
Bin holigana bakar
Bırakın derbi maçına rakip takım taraftarının alınmasını. Sezon başından bu yana TFF Disiplin Kurulu, kulüplere en çok neye ceza kesti, biliyor musunuz? “Taraftarın neden olduğu saha olaylarına.”
En ilgisiz, en konuşulmayacak maçlarda bile tribün terörü var. PFDK 15 haftada sadece süper lig kulüplerine milyonlarca liralık yaptırım uyguladı. Sayısız seyircisiz oynama cezası çıktı. İşte yasa, işte polis, işte mahkemeler. Uslanan, akıllanan var mı? Hayır. Olayların faturasını kim ödüyor? Kulüpler.
Bugün tribün yasağı tartışılıyor. Hiç kusura bakmayın. Siz önce bin tane holiganı spor alanlarından uzak tutmayı becerin, sonra çıkıp “hayalinizden” söz edin. Sahi, tekerlekli sandalye maçında olay çıkaranlar şimdi ne yapıyor? Ne yapacaklar aramızda dolaşmaya devam ediyorlar.
Bu coğrafyadan çok hikaye çıkar!
1461 Trabzonspor PTT 1. ligin şampiyonluk adaylarından biri. Genç, dinamik, mücadeleci, iyi savunma yapan bir ekip.
Karadeniz temsilcisi Galatasaray’ı kupa dışında bıraktığı maça kadar Trabzonluların dışında takip edilmeyen, belki de bulunduğu konum itibarıyla önemsenmeyen figürdü. Tur geçildi, ilginç yaşam hikayeleri manşetlere taşındı. Teknik Direktör Mustafa Akçay’ın aykırı söylemleri, oyuncuların düşük maliyetleri, gazete sayfalarını süsledi.
Zamanı geldi, 1461 ve futbolu konuştuk. Lakin bu ülkede yaşamın hemen her alanında olduğu gibi sporda da sistem tersine işler. Kürsüye çıkana, şampiyon olana, önemli başarılar kazanana dek neler çektiğin, hangi koşullarda spor yaptığın, ne yiyip içtiğinin önemi yoktur. Onca badireyi atlatıp “beklenmedik” başarılar elde ettin mi, duyurabilirsin sesini! Alt yapı, tesis, eğitim, o zaman gelir gündeme.
Baksanıza, Fenerbahçeli Recep Niyaz’ın, Göztepe maçı sonrası evine yürüyerek gitmesi bile olay bu memlekette.
Genel Müdürlük kayıtlarına göre, 80 milyonluk ülkede 552 bini futbol olmak üzere faal sporcu sayısı sadece 1 milyon 954 bin.
Bir düşünün, Mustafa Akçay’ın, Hollanda’da eğitim alabilmek için arabasını satması veya Recep Niyaz’ın tabanvayla evine gitmesi mi önemli, yoksa nüfusunun sadece yüzde 2’sinin aktif olarak spor yaptığı Türkiye’nin uluslararası platformda niçin kalıcı ve sürdürülebilir başarıları olmadığının sorgulanması mı?
Hikaye dinlemeyi ve anlatmayı seven bir milletiz. Yanıt da burada zaten!..