Türkiye’de kulüpler neden batıyor?

Türk futbolunun en köklü kulüplerinin yaşadığı bu dramatik düşüşün ardında tek bir sebep yok. Her kulübün kendi hikayesi var, ancak hepsinde ortak nokta, yanlış yönetim. Kulüpler sadece futbol oynamıyor, ekonomik bir yapı inşa ediyor ve bu yapıyı sürdürebilmek için de stratejik kararlar almaları gerekiyor.
Türk futbolunun köklü çınarlarından biri, Kocaelispor, 16 yıl aradan sonra yeniden Süper Lig’e yükseldi. Kocaeli’nin sokaklarında yankılanan marşlar, sadece bir şehir için değil, Türk futbolu için de anlamlıydı. Çünkü bu dönüş, yalnızca bir takımın üst lige çıkması değil, aynı zamanda yitirilen değerlerin hatırlanışı...
Nedir o yitirilen değerler derseniz, Eskişehirspor, Bursaspor, Altay hemen bir çırpıda sayabileceklerim...
Türk futbolu, yıllardır çöküşün kıyısında sürükleniyor. Her geçen gün bir kulüp daha borç yüküyle, kötü yönetimle ve yanlış tercihlerle dibe batıyor. Bugün küllerinden doğan Kocaeli’yi belki tebrik ediyoruz, ancak diğer efsanelerin yokluğunda, bu dönüş, buruk bir anlam taşıyor.
Anadolu devriminin öncüsü Eskişehirspor’un amatör liglerde sürünmesi ya da 2010’un şampiyonu Bursaspor 3. ligden yukarıya tırmanırken daha dün Süper Lig’de oynayan Altay’ın 3. lige düşüşü, aslında daha büyük bir hikayenin parçaları: Türkiye’de futbol kulüpleri neden batıyor?
Şehir takımlarının çöküşü, sadece sportif başarısızlıkla açıklanamaz. Bu bir yönetim sorunu, bir sistem sorunu, hatta bir zihniyet sorunu. Yıllarca kendi kentinin ruhunu taşıyan bu kulüpler, neden birer birer çöktü? Onları bu hale getiren sadece saha sonuçları mıydı, yoksa saha dışındaki kararlar mı? Kocaelispor’un dönüşü bize bir soru sorma fırsatı verdi: Bu çöküş önlenebilir miydi?

Kısa vadeli çıkar,uzun vadede çöküş

Türk futbolunun en köklü kulüplerinin yaşadığı bu dramatik düşüşün ardında tek bir sebep yok. Her kulübün kendi hikayesi var, ancak hepsinde ortak nokta, yanlış yönetim. Kulüpler sadece futbol oynamıyor, ekonomik bir yapı inşa ediyor ve bu yapıyı sürdürebilmek için de stratejik kararlar almaları gerekiyor. Ancak Türkiye’de bu strateji, genellikle popülist başkanlar ve kısa vadeli çıkarlar üzerine kurulu.Anadolu kulüplerinde yönetici olmak çoğu zaman bir “şehir kahramanlığı” olarak görülüyor. Kulüplerin başına gelen isimler, genellikle profesyonel yöneticiler değil, ticaretle uğraşan ve çoğu zaman futbolu yalnızca yükselmek için bir araç olarak gören kişiler. Bu da kulüpleri, ekonomik disiplinden ve sistemi kurma vizyonundan uzaklaştırıyor. 
Rahatça harcanan kulüp parası iflasa sürüklediğinde ise kimse sorumluluk almıyor. Yeni bir başkan çıkıyor kulübün adının başına “yeni, daha yeni, en yeni” gibi bir ibare ekleniyor ve sistem aynı şekilde devam ediyor. Örneğin 25 milyon euro civarı Şampiyonlar Ligi geliri elde eden Bursaspor’da sermaye “bilinmeze” eriyip, her gelen başkan bir öncekinin bıraktığı borçları devraldı ve kulübü yeni bir borç yüküne soktu. İşte bu şekilde kulüpler sürekli bir enkaz devralma zinciri içinde dönüp duruyor.

100 yıllık çınarındalları kırıldı

Seçimle gelen başkanların, taraftarın gözüne çabuk girmek için oynadıkları ilk koz transfer bombaları patlatmak. Bu “şov” döneminin faturasını da kulüp yıllarca ödemek zorunda kalıyor. Eskişehirspor’un zamanında yaptığı transferler, bugün hâlâ ödenememiş borç dosyalarına konu. Yıldız futbolcular transfer edilirken, kulüp, altyapıya ve genç oyunculara yatırım yapmayı bıraktı. Yıllarca süren şaşaalı transfer dönemi, kulübün borçlarını kat kat artırarak alt lige düşmesine yol açtı.
Süper Lig’e yükselen Altay ise günü kurtarayım derken, Paixao gibi maaşını ödeyemediği oyuncular alacaklarını tahsil edemediği için FIFA’ya başvurdu ve bu da Altay’ın transfer yasaklarıyla baş başa kalmasına neden oldu. Üstüne bir de döviz kuru dalgalanmaları eklenince, 100 yıllık çınarın dalları kırıldı.
Popülist yöneticilerin futbolun ekonomik gerçeklerini göz ardı etmesi Türk futbolunun en tehlikeli zihniyetlerinden biri. Türkiye’deki kulüpler, genellikle gerçekçi olmayan bütçelerle hareket ediyor. Yüksek maaşlı futbolcular ve büyük transferlerle takımlarını kuruyorlar, fakat gelir kaynakları bu harcamaları karşılayacak seviyeye gelmiyor. Sonuç: Batan kulüpler. 

Haberin Devamı

Yeniden doğuş hikayesi

Haberin Devamı

Eskişehirspor’un, Bursaspor’un, Altay’ın çöküşü sadece tabelada değil, şehirlerin kimliğinde, sokaklarında, hafızasında hissediliyor. Ama bu çöküşler birer “yeniden doğuş” hikayesine dönüşebilir. Futbolun geçmişini onarmak, geleceğini kurtarmaktır. Türkiye’de futbol, yeniden “sahaya” dönmeli. Paraya değil, kültüre yatırım yapılmalı. Başarı, tabelada değil, tribünde inşa edilmeli. Çünkü bir kulübü ayakta tutan skor değil, hikayedir. Tıpkı Kocaelispor gibi...

Haberin Devamı

Başkanlar aslında neyi yönetiyor?

Türkiye’de futbol kulüpleri yeni yasayla kulüp statüsünde faaliyet göstermeye başladı. Ancak buna rağmen eski alışkanlıklar devam ediyor, mali yapının ve yönetim sisteminin hala sorunlu kısımları var. Özellikle de hesap verilebilirlik açısından halen büyük zaaflar mevcut. Kulüp başkanı olan bir isim, çoğu zaman herhangi bir profesyonel filtreye takılmadan, sadece kongre üyelerinin oylarıyla, milyonlarca liralık bütçelerin ve şehirlerin kaderini tayin eden pozisyonlara geliyor. Üstelik başarısız olursa da genellikle yaptıklarının hesabını vermeden koltuğundan ayrılabiliyor.
Bu durum, özellikle Anadolu kulüplerinde daha belirgin. Başta belediyeler olmak üzere, yerel siyasetle iç içe geçmiş yönetim yapıları, kulüpleri sportif başarının değil, siyasi prestijin aracı haline getiriyor. Şehre bir stadyum kazandırmak, büyük bir transfer yapmak ya da kısa vadeli başarılar için kasayı boşaltmak, yöneticiler için oy getirecek popülist adımlar. Oysa uzun vadeli planlama, altyapı yatırımları ve sürdürülebilir gelir modelleri çok daha önemli. Ama bu stratejiler kısa vadede görünür başarı sağlamadığı için göz ardı ediliyor.
Kulüplerin çoğu mali denetimden uzak, hesapsızlık kültürünün hüküm sürdüğü bir şekilde yönetiliyor. Bu da futbol ekonomisinde sıkça duyduğumuz ifadelere kapı aralıyor: “Kasada para yok”, “Transfer yasağı geldi”, “FIFA dosyaları kabardı” Aslında bu cümleler, yılların hatalarının kısa bir özeti.

Hatalardan ders alanlar

Avrupa’da da benzer sebeplerle çöküş yaşanabiliyor. UEFA Kupası yolculuğunda Galatasaray’ın rakibi olan Leeds United, İngiltere liginin 3. kademesine kadar düşüş yaşadı. Zamanında Buffon’lu Thuram’lı kadrosuyla Avrupa’yı titreten Parma, 2015 yılında ekonomik kriz ve yolsuzluklar nedeniyle iflas etti. Serie D’ye kadar düştü. Ancak dört yıl içinde şirketleşip genç oyunculara yatırım yaparak yeniden Serie A’ya döndü.
İskoçya’nın köklü kulübü Rangers 2012’de vergi borçları ve usulsüzlük nedeniyle iflas edip dördüncü lige düşürüldü. Kimse de çıkıp “Yapmayın, ülkenin en büyük kulüplerinden birini idare edelim, usulsüzlükleri görmezden gelelim” demedi. Taraftar maçlara gitmeye devam etti, yeni yatırımcılarla şirketleşildi ve alt yapıdan oyuncular çıkarıldı. Sonuçta 2021’de İskoçya şampiyonu olup, sonraki sezon Avrupa’da final oynadılar.
Demem o ki, Avrupa’da da köklü kulüpler batabiliyor ama akılcı yönetilirse yeniden doğuyorlar. Her çöküş, aynı zamanda bir yenilenme ihtimalinin de habercisi.

‘Nasıl olsa hallederiz’

Türkiye Futbol Federasyonu uzun yıllardır kulüplerin mali yapısını düzenleyici bir rol oynamaktan çok uzak. Lisans sistemleri işlemiyor, mali kriterler tam anlamıyla denetlenmiyor.
Türkiye’de kulüplerin çöküşünü sadece kötü yöneticilere ya da hatalı transferlere indirgemek, resmi eksik okumak olur. Çünkü bu sorunlar yalnızca bireysel hatalardan değil, sistemsel arızalardan da besleniyor.
Bir kulüp borç batağına saplanıyorsa, bu sadece o kulübün meselesi değil, futbolun bütün ekonomik ve yönetsel çerçevesinin iflas ettiğini gösteren bir işarettir. Ya da öyle olmasını bekleriz.
Ama bilin bakalım ne oluyor, en tepesinden başlayarak herkes buna gözlerini yumuyor. Türkiye Futbol Federasyonu uzun yıllardır kulüplerin mali yapısını düzenleyici bir rol oynamaktan çok uzak. Lisans sistemleri işlemiyor, mali kriterler tam anlamıyla denetlenmiyor. UEFA’nın finansal fair-play uygulamalarını sözüm ona örnek alan ama uygulayamayan bir sistem var.
Bir kulüp borç içindeyken bile TFF tarafından lisans alabiliyor. Bu da kulüplere “Nasılsa bir şekilde oynarız” rahatlığı sağlıyor. TFF’nin bağımsız bir denetim mekanizması kuramaması, yapısal değişimlerin önündeki en büyük engellerden biri.
Türkiye’de yıllardır konuşulan ama bir türlü işler hale getirilemeyen “Spor Kulüpleri Yasası”, kulüplerin denetlenebilirliğini sağlamak için elzem. 2022’de çıkarılan yasa umut vermişti ve denetimsel anlamda birçok noktada Spor Bakanlığı’nı da işin içine çekmişti. Ama ne yazık ki uygulamalar hâlâ yetersiz. 
Başkanlara mali sorumluluk getirme, şeffaflık ilkelerini zorunlu kılma gibi maddeler kağıt üzerinde kaldı. Yönetici hataları cezalandırılmadığı sürece, bu sistemde herkes en iyi ihtimalle “geçici kahraman”, en kötü ihtimalle “cezasız suçlu” olmaya devam edecek.

Yönetici profiliyeterli mi?

Yönetici profili de başlı başına bir sorun. Pek çok kulüpte başkanlık yapan isimlerin futbola ya da spor yönetimine dair hiçbir profesyonel geçmişi yok. Çoğu zaman bu görev, ticari ya da siyasi ilişkileri güçlendirmek adına bir basamak olarak görülüyor. Bu nedenle kulüpler adeta şirket gibi yönetilmesi gereken kurumlar olmasına rağmen, düzensiz harcamalarla, iç denetimden yoksun bir şekilde idare ediliyor.
Bu yönetici profiline eğer bir de ahlaki olarak yozlaşmış isimler eklenirse, işte o zaman kulüp asıl vurgunu yiyor. Güç zehirlenmesi, kulübün kasasının kişisel menfaatler için kullanılması, menajer oyunları derken çok kısa sürede bir takım insanlar zengin olurken, Mersin İdman Yurdu, Malatyaspor, Orduspor, Karabükspor gibi kulüpler iflas bayrağını çekiyor.