Spor kulüplerinin sorunları ile sporda şiddet sorununun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan TBMM Araştırma Komisyonu Başkanı Prof..Dr. Nazım Ekren, aylar süren çalışmasının sonunda raporunu TBMM Başkanlığı’na verdi.
Hocamız, raporun içeriğini, tüm saptamaları ve önerileriyle birlikte kamuoyuna açıklamayı da düşünüyordu. Ne var ki, 12 Haziran milletvekili seçimleri ile ilgili aday listeleri açıklandığında, AKP’nin, Nazım Hoca’yı yeni dönem için aday göstermediği anlaşıldı. Nazım Ekren, doğal olarak açıklama yapmaktan vazgeçti. Belki önümüzdeki haftalarda en azından spor medyasıyla bir araya gelip raporun ruhuyla ilgili ayrıntıları ve yapılması gerekenleri bizlerle paylaşır.
Kendi adıma Nazım Ekren gibi bir bilim adamını tanıdığım, spor endüstrisi konusundaki uzman görüşlerini de paylaştığım için çok memnum. Laf ebeliği yapmayan, bilimin ışığından sapmayan dürüst politikacı olarak bize bir eser bırakıp gitti. Önümüzdeki dönemlerde yeniden parlamentoya döner mi, dönmez mi ? Bilemem. Hazırladığı raporun Türk sporu için önemli bir belge olduğunu biliyorum.
Nazım Hoca’ya sağlıklar dileyerek teşekkür ediyorum.
Politikacı tatile girebilir, dinlenebilir. Ama bilimin tatili yoktur. Merak, araştırma ve öğrenme dürtüsü, bırakın dinlenmeyi kişiyi uykusundan bile uyandırır. Hele o kişi Nazım Ekren’se...
Anketteki gerçekler
Ekren ve araştırma komisyonu üyeleri, bir süre önce İstanbul’da TFF temsilcileri ve tüm futbol liglerinin kulüp yöneticileriyle buluştular. Burada kendilerine 24 soru soruldu.
Raporla birlikte eklerde yer alan bu anket sonuçları çarpıcı görüntüler yansıtıyor.
Örnek olarak ilk sorudan başlayalım:
Spor kulüplerinin Dernekler Yasası’na göre faaliyet göstermesini uygun buluyor musunuz ?
Bu soruya Türkiye Futbol Federasyonu’ndan (11) ve kulüp temsilcilerinden (62) toplam 73 “hayır” oyu verilmiş. Ancak 13 Süper Lig kulübünün yöneticisi ile 1.Lig temsilcisi 9 kulüp , “Dernekler Yasası uygundur” yanıtını vermiş. Burada bir samimiyetsizlikle karşı karşıya olduğumuz anlaşılıyor. Bugüne kadar Dört Büyükler başta olmak üzere, Süper Lig kulüplerimiz, hep bir ağızdan “ Spor Kulüpleri, Dernekler Yasası ile yönetilemez!” demiyor muydu ? Hemen her panel, basın toplantısı, kongre ve konferansta bu ezberi dinlemiyor muyduk ? Ama iş ankete gelince durumdan memnun oldukları, kulüpleri de kolay kongrelerle gayet güzel yönetebileceklerine inandıklarını öğrenmiş olduk.
Yine de haklarını yemeyelim, “Kulüp yöneticileri, kulübün vergi ve sigorta borçlarından sorumlu olmalı mı?” sorusuna yüzde 52,1 oranında evet yanıtı verilmiş. Kulüp yöneticilerinin yaptıkları borcun sorumluluğunu taşımaları gerektiği konusunda bir görüş birliği oluşmuş.
Anket, şiddetle ilgili konulara da ışık tutuyor. Verilen yanıtlardan anlıyoruz ki spor tesislerinde fizik koşulların iyileştirilmesi (konforun artırılması) şiddetin azalmasında etkili olur! Şiddetin nedenleri arasında “amigolar” birinci sırada yer alıyor. Federasyonumuza göre ikinci sırada “medya” var (Özgener Başkan’a kişisel kırgınlık hakkımı saklı tutuyorum). Süper Lig kulüplerinde medyanın sorumluluğu dördüncü sırada yer alıyor (neyse yırttık sayılır).
Elbette anketin tüm ayrıntılarına giremiyorum. Merak edenler TBMM internet sitesinden ulaşabilir. Ama şunları da söylemeliyim. Kulüpler, bir sezonda çalıştıracakları antrenör konusunda sayısal sınırlama görüşüne katılıyor. Transferde harcanacak paralara bütçeye uygun üst sınırlama ve yasaklar getirilmesine de sıcak bakıyorlar. Belediyelerin profesyonel kulüplere para yardımı da dahil daha fazla kaynak ayırmasını istiyorlar. Vergi ve sigorta borçlarının silinmesine dönük talepleri de her zamanki gibi - anket yanıtlarına ek olarak dilekler faslında dile getirilmiş.
Gelelim asıl rapor içeriğine... Çok ayrıntılı, bilimsel doğrularla yapılan saptamalar ve öneriler sıralanmış.
Bu rapor tam anlamıyla Türk sporunun MR’ını çekmiş. Öneriler aşamasında, işbirliği yapılacak kurumlar sıralanırken ister istemez şu görüşe sahip oldum : Evet, artık bir Spor Bakanlığı kurulmalı!.
Gitme, kal Arda!
Galatasaray’ın onca sorunu arasında Arda Turan’ın yurtdışına transferi de geldi, gündemin birinci sırasına oturdu. Dün adaylığını açıklayan Ünal Aysal dahi, Arda’nın satışıyla ilgili sorulara muhatap oldu.
En başta Hıncal (Uluç) Abi, medyada ve spor dünyasındaki birçok dostum Arda Turan’ın, Avrupa’ya transfer olmasını ve kendisine orada temiz bir sayfa açarak yeni hayat kurmasını öneriyorlar.
Bu öneri ve ısrar gündeme geldikçe ürperiyorum.
Türkiye’de taraftarla, (belki) takım arkadaşlarıyla, (bir kısım) medya ile sorunları olabilir. Bunların çoğunda haklı olduğunu, istemediği biçimde tepki gösterdiğini düşünüyorum.
Bu tepkilerin çoğu yalnızlığından kaynaklanıyor. Onu seviyorlar ama, yeterince destek veriyorlar mı ? Sanmıyorum.
Cüneyt Tanman da Arda ile taraftarın birbirinden koptuğunu ve bu yüzden yurtdışına gitmesi gerektiğini söylüyor.
Hiç katılmıyorum. Bu kolay ezberden vazgeçmek gerekir.
Arda, diyelim Atletico Madrid’e gitti. La Liga’nın çalışma ve antrenman koşullarına ayak uydurabilmek için zamana ihtiyacı var. Bu “zaman” uzarsa, orada da mutlu olamaz! Küskün ve kırgın ayrılacağı için dönüş olasılığı onda inanılmaz korkular yaratır. Özel hayatında da sarsıntılar, özlemler, sorunlarla karşılaşacaktır.
Kimse elinde forma, milyon euroluk çeklerle kapıda beklemiyor Arda’yı... Orada yeteneğinin üzerine fazladan enerji, mesai ve disiplin eklemesi gerekir.
Arda bunları yapabilir mi? Elbette yapabilir. Ama bugün yapamaz!
Bir de şunu düşünmeli. Nasıl bir kariyerin eşiğinde? Tugay Kerimoğlu ve Nihat Kahveci gibi mi ? Emre Belözoğlu gibi mi ? Yoksa Tuncay Şanlı gibi mi?
Arda Turan’ın barışa, huzura, sükunete ihtiyacı var. Bunların hepsini burada bulabilir. Galatasaray, medya, taraftar, Arda’nın ihtiyacı olanları verir!
Galatasaray’ın da, Arda Turan’a (özellikle yeni sezonda) ihtiyacı var.
Kolay yetişmeyen bu değeri hep birlikte sahiplenmeli, hak ettiği her şeyi ona verebilmeliyiz.
Bu kolay ezbere vicdan sesiyle karşı çıkıyorum.
Gitme, kal Arda! Sensiz gönlümüz darda!
(Neyse ki beni anlayan bir Mehmet Demirkol var!)